TURAN OFLAZOĞLU

TURAN OFLAZOĞLU

A+ A-

Oflazoğlu’ nun şiirlerini fakülte arkadaşları, Ahmet Hamdi Tanpınar’ a göstermişler. Tanpınar şiirleri okumuş. Oflazoğlu’ yla fakültede karşılaşınca da yüzüne karşı ‘Dostum, oyun yazmayı denemelisin’ demiş. Fakülte öğrencisi Oflazoğlu, tepki duymuş bu tespite. Yeteneğinin, dahilerin sanatına yani şiire, yeterli görülmediğini sanıp üzülmüş. Tanpınar’ ın öğüdüne rağmen oyun yazmayı düşünmemiş. Ne olduysa Amerika’ da aldığı eğitim sırasında olmuş. Eğitimin bitirme sınavı için oyun yazmaları istenmiş kursiyerlerden. İlk oyununu böyle yazmış Oflazoğlu.

Tanpınar’ ın tespitinin isabeti, zaman içersinde anlaşılacak, Turan Oflazoğlu, ileride Türkçenin Şekspiri olarak anılacaktır. Ne yazık; genç yeteneklerin, eserlerini gösterebilecekleri bir Tanpınar’ımız yok artık.

Yukarıda anlattığım hikayeyi Turan Oflazoğlu’ ndan dinlemiştim. Nerede mi? Evimizin salonunda. Yok televizyonda, radyoda değil bizzat yüz yüze görüşürken anlatmıştı. Nasıl mı? Burası biraz uzun. Baştan anlatayım.

Annemle, Turan Oflazoğlu, hala  - dayı çocukları. Ben, yazar akrabamız olduğunu bilip gururlanıyordum çocukluğumdan beri ama Oflazoğlu’ yla henüz karşılaşmışlığım yoktu. Vaktiyle İstanbul’ a gidip yerleşmişler kardeşleriyle. Bizimkiler Bünyan’ da kalmış. Yıllar sonra ben de eğitim için Ankara’ ya gelecek buraya yerleşecektim.

Annemle anneannem, oğluma bakmak için Ankara’ ya gelmişlerdi. Anneannem  ‘Ölmeden Turan’ ı bir kez daha görsem’ demeye başladı. Bunu her gün söylüyordu ve gözlerime bakıyordu. Oflazoğlu patatesli ekmeği çok severmiş. Oflazoğlu hiç kibirlenmezmiş. Oflazoğlu o kadar zekiymiş ki delikanlılığında havaya yazı yazarmış. Yani uzandığı yatakta havaya bakarken elini bir orkestra şefi gibi sallarmış. Bunu ben yapsam zekama vermezlerdi herhalde. En azından zekamı olumlu anlamda anmazlardı. Şöhret birçok davranışı hoş gördürebiliyor hayranlarınıza.

Anneannem her gün Oflazoğlu’ ndan söz ediyordu. Görümcesini (Oflazoğlu’ nun annesini)ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu. Anladığım kadarıyla dedem, bir süre, dul kız kardeşini ve onun çocuklarını himaye etmişti. Onlar da İstanbul’ a göç ederken Bünyan’ daki ortak taşınmaz varlıklardaki haklarından dedemin lehine feragat etmişlerdi. Dedem sevmezdi böyle işleri ama Bünyan’ da böyle işleri akıl veren çok olur.

Tanışmamızı anlatıyordum. Ben o zamanda yazıyordum ama henüz ulusal medyada görünmemiştim. O zamanlar, yani doksanlı yılların sonları, dergilerin altın yıllarıydı. Henüz internet yaygınlaşmamıştı ve cep telefonları da ancak büyük şehirlerin bazı şanslı bireylerini kapsama alanlarına alıyordu. Dergiler, o yıllarda bilgiye, sanata, kültüre ulaşmak için en pratik tercihlerdi. Yazar adayı olarak takip ettiğim dergilerden biri de Türk Dili dergisiydi. Turan Oflazoğlu’ nun izine bu dergide ulaştım.

Ankara’ ya geliyor muydu? Evet geliyordu. Türk Dil Kurumu çatısı altında toplanıyorlardı ayda bir defa. Bu toplantılarda Türkçeye yeni kelimeler kazandırıyorlar teknolojik gelişmelerin dayatmalarına karşı koyabilmesi için dilimize refleksler kazandırmaya çalışıyorlardı. Yapay reflekslerdi bunlar ama uğraş gerçekti. Zamanın yıkayıp ayıklayacağı bir çok başarılı önerileri oluyordu kurulun. Kurul tam olarak ne zaman toplanacaktı? Şanslıydım. Bu Salı toplanacaklardı. Peki görüşmeye gelsem… ben akrabasıydım. Telefondaki beyefendi ‘olur’ dedi ‘Ona sürpriz yapalım. Salı günü saat on dörtte gelin’

Salı günü saat on dörtte binadaydım. Sekreter beni çok iyi karşıladı. Toplantı salonunu aradı. Turan Oflazoğlu, öfkeyle girdi sekreterin odasına ‘Ne var?’ dedi. Bu öfkeyi tanıyorum. Dayılarım da böyle parlarlardı. Zavallı sekreter gözlerini bana çevirince Oflazoğlu da bana baktı. Ben ayağa kalktım. ‘Ben İhsan Güler’ in torunuyum’ dedim. ‘Ben de yeğeniyim’ dedi öfkeyle.

Anneannemi anlattım. Onu görmek istediğini söyledim. Bir akşam yemeğinde konuğumuz olmasından duyacağımız mutluluktan söz ettim. Sakinleşti. Kaldığı oteli söyledi. Akşam altıda alacaktım onu.

Batıkent’ te oturuyorduk. Kaldığı otelle evimiz arabayla kırk beş dakika sürüyordu. Yol boyunca ben, sordum o söyledi o, sordu ben söyledim. O benim süper kahramanımdı. Şimdiki gençler için Örümcek Adamla, Demir Adamla tanışmak neyse o gün dev yazarla tanışmak da benim için oydu. Dördüncü Murat oyunundaki Nef’ i diyalogunu sormuştum. ‘Sultan öldükten sonra da sultandır benim sözüm’ repliği kime aitti? Nef’ i mi söylemişti Oflazoğlu mu? ‘Oradaki sözlerin hepsi benim’ demişti. Gözümde daha da büyümüştü.

Akşam yemeğinde herkes mutluydu. Salona oturmaya geçtik. Tanpınar’ ı orada anlattı. Anneannem de gerçek niyetini orada belli etti. Bünyan’ da teyzemin bir evi var. Arsasını vaktiyle dedemler vermiş. Teyzemin evinin yanındaki arsa biraz tartışmalıymış. Akrabadan biri arsayı sahipleniyormuş. Oflazoğlu arsayı sahiplenen kişiyi tanıyormuş. Konuşulsa, arsa, teyzeme devredilse olmaz mıymış? Tabii bir miktar para ödemeye razıymış teyzemler. Oflazoğlu’ nun tansiyonu çıkacaktı o gece. Daha önceden tansiyon şikayeti yokmuş.

Onu otele bırakırken neredeyse hiç konuşmadık. Ben, süper kahramanımın incinmesine neden olan görüşmeye aracılıktan dolayı utanıyordum. O kim bilir neler düşünüyordu. Oteline bıraktım ve eve döndüm.

Bana evinin numarasını vermişti. İlk öyküm Varlık dergisinde yayınlandığında arayacaktım onu. Mermi Çekirdeği’ nin Seyir Defteri yayınlanmıştı. ‘Öyküden çok mitos gibi olmuş’ diyecekti. En İyi Korunan Oda da Varlık’ ta yayınlandı. Süper kahramanımı bir kez daha arayacaktım. ‘Ben sadece bana gönderilen dergileri takip edebiliyorum’ diyecekti.

Teyzemin evinin yanındaki arsa işi tatlıya bağlanmış. Annemden öğrendim.

Ben süper kahramanımla bir daha görüşemedim. Aynı kökten çıkıp farklı yönlere uzanan dallardık. O daha kalın daha güçlü bir daldı. En azından o zamanlar öyleydi. Birlikte aynı yöne bakamadık hiç. Oysa birlikte uzun konuşmalar yapıp tecrübelerimizi hayallerimizi paylaşabilirdik. Ne yazık bu ömürlerimizde bunu başaramadık.

Anneannem bu karşılaşmadan iki yıl sonra öldü. Çok güçlü bir kadındı. Bildiği doğrular için savaşmaktan çekinmezdi. Vaktiyle çok güzel bir kadınmış. Güzellik bela açar başa. Belki bu yüzden belinde hançerle gezermiş Bünyan’ da. Ben onu bildim bileli yüzünde geçirilmiş iki farklı felcin izleri vardı. Tek gözü yarım açılırdı. Aksi yöndeki dudak ucu da kapanmazdı. Dillere destan güzellik günlerini hiç görmedim anneannemin. Oflazoğlu ise onu ağırladığımız güne kadar felçli yüzünü görmemişti anneannemin.

O gün buluşmasaydık. Tansiyonu çıkmayacaktı. Anneannemi hep güzel haliyle hatırlayacaktı.


Kaynakça

Kullanılan görsel UĞUR AKALIN' ın eseridir.

04-03-2024
Osman Akalın

Osman Akalın

Öykü Yazarı

Bünyan doğumlu yazar Ankara'da yaşamaktadır. Turuncu ve yeşile gönül bağı vardır. Yıkanmış beton kokusunu ve leylak kokusunu önemser. Bu kokularda çocukluğunu ilk gençliğini muhafaza eder. Öfke, intikam duygusu yoktur. 'Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına' şarkısına müpteladır. Kızarmış patatesi ve beyaz peyniri çok sever. Hayal gücünün, sabrının ve hoşgörüsünün sınırları henüz kendisi için de muammadır. Asla pes etmez. Mucizelere inanır. Profil resmi Uğur Akalın' a aittir

osmanakalin38@gmail.com