KOVİTİM KOVİTSİN KOVİT

KOVİTİM KOVİTSİN KOVİT

A+ A-

2018 yılı yaz sonlarında bir hasta muayene etmiştim. Hastamın ismi de Osmandı. Osman’ ı tanıyordum. Aile hekimiydim. Osman da hastalarımdandı. Osman uzun süredir Afrika’ daydı. Afrika’ dan yeni dönmüştü ve hastaydı. Bir gün ishal olmuş, kusmuş sonra düzelmişti ama şimdi de ateşi çıkmıştı. Muayenesinde de kan tahlilinde de bir özellik yoktu. Hastaydı ama tablo oturmamıştı. Öyle düşündüm. Hastaneye gidemeyeceğini söylüyordu. Galiba sağlık sigortasıyla ilgili bir sorun vardı.

İki gün sonra şiddetli öksürük şikayetiyle geldi muayeneye. ‘Ölüyorum’ diyordu. Bu ölüm korkusunu ileride gerçek kovit hastalarını ayırmada kullanacaktım. (Gerçek kovit terimini de ileride anlatacağım)

Osman’ a el yordamıyla uyguladığım tedavi ileride kovit hastalarına uygulanacak tedavi yöntemine çok benziyordu.  Nefes darlığı için oral steroid ve akciğer enfeksiyonu için antibiyotik gibi… Osman iki hafta sonra ancak düzelebildi ama bu sefer de ben hastalandım.

Ölüm korkusu daha önce yaşamadığım duygu değildi. Askerliğimi dağda yapmıştım ve birkaç uçak yolculuğum olmuştu. Bu seferki korkudan çok yargı gibiydi. Ölüm korkusu değil de öleceğine kanaat etme gibi. Ölüme yaklaştığınızı anlıyordunuz. Kovit hastası, hareketlerinin yavaşlamasından, organlarının yetmemesinden, bedenin ruha uyumunu yitirişinden anlıyordu ölüme yaklaştığını.  Ölüm artık uzak değildi ve buna telaş edecek haliniz olmuyordu çünkü çoklu organ yetmezliği yaşıyordunuz. Bu vahim tablonun sebebi sanılanın aksine virüs değildi.

Kovit virüsü her insanın rahatlıkla yenebileceği bir düşmandı. Düşük bağışıklık sistemine sahip insanlar bile çok rahatlıkla yok edebilirdi virüsü. Sorun orada değildi. Virüs çok yeniydi. Savunma sistemimiz bu yeni virüse savunma kuruyor ama bu savunmayı nerede sonlandıracağını bilemiyordu. Güçlü ordulara sahip ülkelerin darbelerle yıpranması gibiydi Kovit sonrası çoklu organ yetmezlikleri. Organlarınız vardı ama işlemiyorlardı tıpkı kurumları olmasına rağmen onları kullanamayan ülkeler gibi. Bile bile iflasa yaklaşıyordunuz. Bunu idrak edebiliyordunuz ama yaklaşan iflas için derine kaçan gözlerinizi sabitleyip bir mucizeden başka kurtuluşa ihtimal veremiyordunuz. Kendiniz, kendinizi öldürüyordu ve bunun farkında değildi. O yani kendi savunmanız, hala savaşıyordu. Durmadan savaşıyordu. Aslında artık var olmayan bir düşmanla savaşıyordu.

2018 sonbaharında bu hastalığı geçirirken artık aktif doktorluk yapamayacağımı anladım. Böbreklerim ve akciğerim kalıcı hasar almıştı. Artık hastalanmamam gerekiyordu. Yeni hastalıklar zaten hasar almış organlarımı işlevsiz kılabilirdi. Aile hekimliğinden istifa ettim.  İlçe sağlık müdürlüğünde göreve başladım. Burada çok iyi insanlarla karşılaştım.

İlçe sağlık müdürlüğündeyken Asker muayenelerine okul aşılarına gidiyordum. Rahat görevlerdi. Yorulmuyordum. Sabahları doktor arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Çin’ de çıktığı söylenen gizemli hastalıktan bu sohbetler sırasında haberim oldu. 2019 yılına girdik ve gizemli hastalıkla ilgili bilgilerimiz arttı. Sonra fark ettim ki bu gizemli hastalık benim geçirdiğim ağır hastalıktı.

2019 bahar aylarıyla birlikte ilçe sağlık müdürlüğü gizemli hastalığa karşı önlem almaya başladı. Gizemli hastalığa müdahale ekibi kuruldu.  Bu ekibin başına Doktor Cansu getirildi. Cansu arkadaşımızdı. Bilgiliydi. Uzmandı. Savaşçı karakterliydi.

Akciğerlerinden ağır darbe almış biriydim. Beni bu savaşın dışında tutmak istediler. Ölüm raporları düzenleyen bir ekibe gönderdiler beni. Üç günde bir yirmi dört saat çalışıyordum ve Kayseri’ deki evde ölümlere gidiyordum. Ölenleri inceleyip,  defin ruhsatı ve ölüm raporu veriyordum.

Bu evde ölümlerde cevap aradığım üç soru vardı. Ölüm gerçekleş midir? Adli olay ihtimali var mıdır? Ölüm nedeni ne olabilir? Bu sorulara cevap bulduğumda bilgisayar başına geçiyor ve tek ekip arkadaşım olan şoförümle ölüm raporu ve defin ruhsatı hazırlıyorduk. Her zaman bir aksilik çıkıyordu ama bunları başka zaman anlatırım.

Ölenlerin bazılarını unutamıyorum. İhmal edilen akvaryumlarda oksijensiz kalan balıklar, su yüzüne yaklaşıp ağızlarını açarlar ya işte ağzı öyle açılmış sarı renkli ölüleri unutamıyorum. Çoğu kronik akciğer hastasıydı. Tenleri, gözleri, sarardığına göre karaciğerleri de pek iyi durumda olmuyordu demek ki ölürlerken. Bu ölümler gizemli hastalıktan olabilir miydi? İlçe sağlık müdürü bu soruya şöyle cevap vermişti: ‘Seni de beni de sürerler buradan’

İlçe sağlık müdürü haklıydı. Henüz Türkiye’ de Kovit teşhisi almış hasta yoktu. Zaten kovit teşhisi koyduracak testimiz de yoktu. Sağlık Bakanlığı yaklaşan tehlikeye karşı henüz pozisyon alıyordu.

Güvenlikli sitelerdeki binalarda, villalarda, köylerde, huzurevlerinde, gecekondularda ölüyordu insanlar. Yoğun trafiğin olduğu caddelerdeki ölümler yoruyordu bizi en çok. Park yeri bulamıyorduk. Bilgisayarla yazıcıyı taşımak zor oluyordu. Asansörsüz binalarda yoruluyorduk. Bunlar fiziksel yorgunluklardı. Sürekli ölü gördüğümüz için asıl ruhumuzu yoruluyordu. Çağırıldığımız adrese gittiğimizde ölüm gerçekleşmiş oluyordu. (Sadece bir kez şüpheye düşecektim. O zaman 112 den yardım isteyecek EKG çektirecektik) Adli olaydan üç defa şüphelenip polise haber verdik. Sayısız ölüm nedeni geldi aklıma. Sadece sisteme kayıtlı nedenleri seçebiliyorduk ölüm nedeni olarak. Uygun olanları işaretliyordum. Kovit, henüz yoktu bu listelerde.

Sevgisizlik de yoktu ölüm nedeni listelerinde. Sevememe hastalığı da yoktu sevilmeme talihsizliği de yoktu. Açlık vardı ölüm sebepleri arasında. Beslenme yetersizliği gibi bir tanımdı. Sevgi açlığı yoktu. Kalp krizi vardı ölüm sebepleri arasında sevgi krizi yoktu. Beyin kanaması vardı sevgi kanaması yoktu ölüm sebepleri listesinde.

Ölüm raporları verdiğim dönemde iş yerime gitmiyordum. Çağrıları şoförler alıyor, beni arıyorlardı. Gece ya da gündüz fark etmiyordu. Beni evimden alıyorlardı ve ölü adreslerine birlikte yol alıyorduk. Bu şekilde çalıştığım için iş yerime gitmiyordum. Bir belge için uğramam gerekti ilçe sağlık müdürlüğüne. İlçe sağlık müdürlüğüne uğradığımda çok şaşıracaktım. Astronot kıyafetlerine benzer takımlar giyiyordu arkadaşlar. Maske takıyorlardı. Gülünç görünüyorlardı ama acıklıydı halleri.

Henüz dünyanın tam tanımadığı bir hastalık kapımıza gelmişti. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Sağlık çalışanlarına hazır olun denmişti ve onlar hazırdı. Benzeri görülmemiş bir cesaretle tek fire vermeden varlıklarını fedaya hazırdılar. Kovit hakkında bilgimiz arttıkça daha organize çalışacaktık ama henüz bir kalenin taşları gibi sessizce,  gelecek darbeyi bekliyorduk.

Testler geldiğinde ben hala ölüm raporları veriyordum. Bir gün morgdaki iki cesetten kovit testi almamı istediler. Savcılar artık ani ölümlerden kovit testi istiyorlarmış. Şoför evimden aldı. Müdürlükten test tüpü ve kıyafet alıp eski devlet hastanesine gittik. Gülünç bulduğum kıyafet şimdi benim de üzerimdeydi. Morgda gösterdikleri sürgüleri çektim. (Morg görevlisi de şoförüm de enfeksiyon riskinden dolayı dışarıdaydılar. Sadece benim naylon astronot kıyafetim vardı)Ben ilk test sürüntülerimi bu cesetlerden aldım. Belki bu yüzden oldukça yüksek sayıda pozitif hasta yakalayacaktım. Çünkü çubukların buruna nasıl yerleştirilirse dirençle karşılaşılmayacağını sessiz cesetlerden öğrendim.

Bize gönderilen testler yalnızca sürüntü testleri değildi. Beş tane de gebelik testine benzer kan testi göndermişti müdürlük. Bunları nerede kullanacağımızı bilmiyorduk. Daha doğrusu bu testleri nerede kullanacağını Cansu bilmiyordu. Bu testler Cansu’ ya teslim edilmişti. Benim, kovitin tanımlandığı ilk günden beri ısrarla geçirdiğim gizemli hastalığın kovit olduğunu iddia etmemden bıkmış olacak ki Cansu bu testlerden birini bana uygulamaya karar verdi. Kimseye söylemeyeceğime yemin ettim. Doktor odasının kapısını kapattık ve parmağımı deldik. Bir damla kan benim iddiamı onayladı. Kovit bağışıklığım vardı. Cansu bir test de kendine yaptı. O bağışık değildi.

Kovit ekiplerine bu testten sonra katıldım. Test demişken. Sürüntü testleri maalesef yalnızca kovitte pozitif göstermiyordu. Başka hastalıklarda da pozitif çıkabiliyordu. Yani kovit pozitif tespit ettiğimiz hastaların bir kısmı kovit geçirmiyordu.

Oğlum da doktor. Pandemi döneminde mezun oldu. O da yetişti yanımıza birlikte savaştık.   


Kaynakça

Kullanılan görsel UĞUR AKALIN' ın eseridir.

04-02-2024
Osman Akalın

Osman Akalın

Öykü Yazarı

Bünyan doğumlu yazar Ankara'da yaşamaktadır. Turuncu ve yeşile gönül bağı vardır. Yıkanmış beton kokusunu ve leylak kokusunu önemser. Bu kokularda çocukluğunu ilk gençliğini muhafaza eder. Öfke, intikam duygusu yoktur. 'Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına' şarkısına müpteladır. Kızarmış patatesi ve beyaz peyniri çok sever. Hayal gücünün, sabrının ve hoşgörüsünün sınırları henüz kendisi için de muammadır. Asla pes etmez. Mucizelere inanır. Profil resmi Uğur Akalın' a aittir

osmanakalin38@gmail.com