isimler

isimler

A+ A-

Ömer Hayyam on ikinci yüzyılın en önemli şairlerindendi. Aynı zamanda on ikinci yüzyılın en önemli düşünürlerinden, en önemli astronomlarından ve hatta en önemli astrologlarından biriydi o. Ömer Hayyam’ ın şairlik, astrologluk, astronomluk ve düşünürlük kariyerleri çağdaşlarıyla kıyaslanabilecek sınırlardaydı belki ama matematik yeteneği Hayyam’ ı çağının bu alandaki tek yıldızı yapıyordu. Bu matematik dehasını çağdaşlarıyla kıyaslamak herkes için haksızlık olurdu. Yıldızlardan fal bakıp geçimini sağlayan Hayyam’ ın, yüksek astronomi başarısı için geometri bilgisine ihtiyacı vardı elbette ama Ömer Hayyam matematikteki şöhretini aslında cebire borçluydu. Çoklu bilinmeyenli denklemlerin çözümleri için önerdiği yöntemler yüzyıllarca tüm dünyada kullanılageldi. Hayyam, cebirsel problemlerde bilinmeyen değerler için ’şey’ kelimesini kullanıyordu. Şey, Hayyam’ ın yaşadığı coğrafyada bugün bile bilinmeyen akla gelmeyen kelimeler için kullanılan semboldür. Şey diyecektim, ya da şey vardı ya, şeyi aldın mı gibi bizim de Anadolu’ da bugün bile kullandığımız sembol kelimedir, Hayyam’ ın bilinmeyeni. Zamanla Ömer Hayyam’ ın cebir çözümleri İspanyolcaya çevrilir ‘şey’ x harfiyle başlamaktadır İspanyolcada. Zamanla şeyin İspanyolca ilk harfi olan x bilinmeyeni tek başına ifade etmeye başlar. Bilinmeyene, adı olmayana Ömer Hayyam’ ın verdiği şey ismi bugün, x harfine dönüşmüştür. Peki bilinmeyenin adı x tir de bilinenin adı konmuşun adı nerden gelmektedir? Evet, adlar nasıl konulur? Nerelerden gelir onca kavram, madde, cisim, ifade, duygu, renk, düşünce adı? Şeyleri şey olmaktan çıkaran yöntem nedir?

Batıda temel üniversite eğitimi hep aynı prensibi benimser: Üniversite öğrencilerine Latince ve Grekçe öğretmek. Latince ve Grekçe üniversite eğitimi için vazgeçilmezdir çünkü Batı uygarlığının temellerini oluşturan kitaplar bu iki dilde yazılmıştı. Batı uygarlığının kaynaklarını oluşturan kitapları yazıldığı dilde okumak o kadar önemli midir?  Üniversite eğitimi için Grekçe ve Latince gerçekten de vazgeçilmez midir? Batı uygarlığı, ters dönmüş bir piramit gibidir altta kalan kabuller, üsttekileri ayakta tutar. Bu yüzden de vaktiyle kabul gören her kaynak bugünü taşıyan bir sütun gibidir.

Oysa bizim Doğuda kurduğumuz uygarlıkların hepsi de yüksek dağlardan sarkan sarmaşıklara tutuşturulmuş salıncaklar gibidir. Sınırlarını ve temellerini görmek mümkün olmaz Doğu uygarlığının. Batı geçmişine ne kadar bağlı kalıyorsa Doğu da o kadar hızlı uzaklaşabiliyordu kendi özünden. Özüne uzak, özüne aykırı kaynakları bile benimseyip yeni ufuklara sarkabiliyordu Doğu düşüncesi. Bilginin ve teknik gelişmenin, yani uygarlığın, vatanı olmuyordu Doğu için. Beğendiğine, benimsediğine yeni isim bulmakta da sakınca yoktu onlar için. Doğu, Platon’ u, İskender’ in istilaları döneminde öğrendi. Platon’ u, çok sevdi ve Ona Eflatun adını verdi. Eflatu’ nun eserleri üzerine sayısız tartışmalar yapıldı, kitaplar yazıldı Doğuda. Platon, Batının Eflatun, Doğunun oldu. Onu bilmeden alim olunamadı Doğuda da Batıda da yıllarca. Bugün bile Platon’u çıkarırsanız İnsanlık tarihinden Batının da Doğunun da eksik kalır uygarlıkları. Aynı kişi aynı fikirlerle ama farklı adlarla etkilemiştir iki farklı uygarlığı.

Batı, Doğudan gelen Hıristiyanlık dinini kabul etti ama geçmiş inanışlarından asla vazgeçmedi. Örneğin gün isimleri çok tanrılı dinlere inandıkları dönemden kalmaydı ve değiştirmeyi düşünmediler hiç. Sunday yani Pazar günü Güneşin günü anlamındaydı Pazartesi ayın günü yani Moonday. Cumartesi Satürn gezegeninin günüydü yani Saturdaydi. Thursday yani Perşembeyse Thor’ un günü anlamındaydı. Thor, İskandinav Tanrılarından Odin’ in oğluydu. Tanrının oğlu da tanrıydı. Ve Perşembe onun günüydü.

Tüm zamanların en tartışmalı kaşifi hiç şüphesiz Kristoff Kolomb’ tur. Kızılderililer hiç sevmezler Kolomb’ u. Kızılderililerin haklı sayılabilecek gerekçeleri var tabii. Beyaz adamı kıtalarına getirerek soykırıma uğramalarına neden olan birini neden sevsinler ki? Tuhaf olan şu ki; beyaz adam, Kızılderili kıtasını bulan kişi olarak tanımamıştır Kolomb’ u. Kıtayı, Amerika Vespuçi bulmuştur. Beyaz adamın kafası, çok karışıktır bu Kızılderili kıtası konusunda. Vikingler, Kolomb’ dan çok önce keşfettiklerini iddia ederler kıtayı. Araplar da aynı iddiadadır. Yani Kolomb’ dan çok önce bulmuşlardır kıtayı Arap denizciler. Türklerse çok daha erkencidirler: Kızılderililerin bizzat Türk olduğunu iddia ederler. Yani Kolomb’ dan on binlerce yıl önce bulmuşlardır kıtayı. Tartışmalı kaşif Kolomb ise, bir kıta bulduğunu fark etmez uzun süre o, sürekli batıya giderek doğudaki Hindistan’ a ulaştığını sanmaktadır. Kızılderililerin kıtasına isim vermek de bu yüzden Kolomb’ a nasip olmaz. Kıtaya, Amerika adı verilir. Ama Kolomb’ un bulduğu yerin yeni bir kıta olduğunu söyleyen Amerika vespuçi’ den gelmez bu isim. Amerika, Amerika Vespuçi’ nin seyahatlerini finanse eden şirketin adıdır. Yani bir taşla iki kuş gibi tek isim vermeyle iki değer onurlandırılmıştır. Kolomb mu? Onun adı bir kıtaya verilmek için fazla tartışmalıdır.

Hintli birinin soyadına bakarak Hindistan’ ın neresinden olduğunu anlamak mümkündür. Yani her dileyen dilediği soyadını alamıyor Hindistan’ da. Bali’ de ise çocuklara verilebilecek yalnızca dört isim vardır. İlk çocuğa, Wayan İkinci çocuğa, Made Üçüncü çocuğa, Nyoman ve dördüncü çocuğa Ketud adı verilir. Kadın ya da erkek olması fark etmez. Bali’ de insanların isimleri yalnızca bu dört isimden biri olabilir. Bir beşinci isim olmaz Bali’ de. Peki, ailelerin beşinci ya da altıncı çocuğu olursa ne isim koyarlar? Balili aileler dördüncü çocuktan sonrakiler için de aynı isimleri koyarlar. Beşinci çocuk için birinci ismi yani Wayan’ ı altıncı çocuk için ikinci ismi yani Made’ yi koyarlar çocuklarına. Taylandlıların isimleri çok uzundur. Günlük hayatta kullanılamayacak kadar uzun isimlere sahip olunca herkesin günlük kullanıma uygun lakapları uydurulmuştur. Lakaplar, kişilerin özelliklerine göre seçilir ve genellikle tek heceli olur. Lakaplar bazen anlamsız ya da gülünç heceler de olabilmektedir.

Birçok yeni buluş yeni isim bulmayı gerektirmiştir. Televizyon gibi bilgisayar gibi icatlar yeni isimlerle anılmak zorunda kalmıştır. Televizyon buluşu yapanların verdiği adla girmiştir dilimize, bilgisayarın asıl ismiyse computerdir. Hangisi doğrudur acaba? Yeni icadı kendi dilimizde bir kelime üretip kullanmak mı, yoksa o icadı dünyanın geri kalanının kullandığı kelimeyle mi anmak. Bilgisayar demek mi doğru computer demek mi? Güzel olan, doğru olan her zaman kendi dilimizi kullanmak tabii ki ama teknolojinin hızına ulaşmak imkansız günümüzde. O hızına ulaşılması imkansız teknolojinin getirdiği teknik terimleri yakalamak onlara yeni isimler bulmak ve bu isimlerin kullanıcılarca benimsenmesini beklemek de pek akıllıca görünmüyor. Çünkü siz Çetleşmek kelimesine bir alternatif bulamadan bu terim eskiyor siz Vap kelimesi dilimize sızıyor diye kaygılanırken yeni bir uygulama vapın pabucunu dama atabiliyor. Elektronik o kadar hızlı gelişiyor ki dilimize sızan kelimeleri yine kendi hızlı gelişimi nedeniyle teknoloji yok ediyor. Elektronikle gelen kelimeler yine elektronik maharetiyle siliniyor. Çünkü kelimelerin karşılığı olan uygulamalar yeni uygulamalarla eskiyor. Karşılığı olmayan kelimeler de yok oluyor.

Ünlü doktor yeminiyle adını sık sık andığımız Hipokrat, tıbbın yalnız etik boyutuyla ilgilenmemiş aynı zamanda bir çok hastalığı da ilk tanımlayan hekim olmuştur. Kanser de Hipokrat’ ın tanımladığı hastalıklardan biriydi. Kanseri ilk tanımlayan ve kansere, kanser adını veren Hipokrat’ tı. Kanser, yengeç anlamına geliyordu. Hipokrat kanser dokusunun etrafına yengeç ayakları gibi uzantılarla tutunduğunu gördüğü için bu hastalığa yengeç anlamına gelen kanser adını vermişti.

Sıtmanın tıbbi adı malaryadır. Malarya kötü hava anlamına gelir. Sıtmanın henüz sivrisineklerden bulaştığı tanımlanmamışken hastalığın bataklık yakınlarında salgın yaptığı fark edilmişti. Bataklıklardaki kötü havanın, sıtmaya neden olduğu sanılıyordu. Böyle sıtma gibi ciddi bir hastalığın yarım gramlık sivrisinek maharetiyle bulaştığına kim inanırdı ki.


Kaynakça

Kullanılan görsel Olgu Kavalcıoğlu' na aittir.

21-12-2023
Osman Akalın

Osman Akalın

Öykü Yazarı

Bünyan doğumlu yazar Ankara'da yaşamaktadır. Turuncu ve yeşile gönül bağı vardır. Yıkanmış beton kokusunu ve leylak kokusunu önemser. Bu kokularda çocukluğunu ilk gençliğini muhafaza eder. Öfke, intikam duygusu yoktur. 'Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına' şarkısına müpteladır. Kızarmış patatesi ve beyaz peyniri çok sever. Hayal gücünün, sabrının ve hoşgörüsünün sınırları henüz kendisi için de muammadır. Asla pes etmez. Mucizelere inanır. Profil resmi Uğur Akalın' a aittir

osmanakalin38@gmail.com