Hayatın Absürtlüğüne Varoluşsal Bir Yolculuk: Le Feu Follet

Hayatın Absürtlüğüne Varoluşsal Bir Yolculuk: Le Feu Follet

A+ A-

Louis Malle yönetmenliğindeki 1963 yapımı Le Feu Follet (Ateşle Oyun) varoluşsal temaları yabancılaşmayı ve absürdü Alain Leroy üzerinden somutlaştırmaktadır.

Filmde Alain’ın birkaç gününe ve özellikle Alain’ın iç dünyasına ve duygularına ağırlıklı olarak yer verilir.

Alkolizm ve depresyon için tedavi gören Alain’ın tedavi gördüğü klinikten ayrılma vakti gelmiş olsa da Alain ruhsal olarak huzursuz olmasının yanı sıra hayattan da hala zevk alamamaktadır.
 

Alain’ın klinikte odasındaki intihar haberleriyle ilgili gazete kupürleri, aynadaki 23 Temmuz yazısı ve Alain’ın silahı bir anlamda; Alain’ın kafasının içindekileri ve filmin sonunu öncelemektedir.
 

Silah aynı zamanda Alain için bir kurtuluş aracı olduğu kadar kaderini kendisinin belirlemesinin ve film boyunca şikâyet ettiği bekleyişin sonunu getirecek olandır.

 

Doktorun Alain’a eşlik ettiği satranç sahnesi ise tesadüfi değil Alain’ın varoluşsal mücadelesini pekiştiren sembolik bir andır. Satranç Alain’ın vermesi gereken kararları ve hayatın öngörülemezliğini hatırlatır.

 

Film boyunca eski arkadaşlarını ziyaret eden ve bir anlam bulmaya çalışan Alain için absürt bastırmaya devam eder: Alain kendini yabancılaşmış hissetmesinin ötesinde yaşama devam etmek için bir neden bulmakta zorlanır.
 

 

Alain’ın ziyaret ettiği arkadaşlarından biri olan Doubourg, Alain’ın varoluşsal mücadelesinin karşısında bir tezat oluşturmaktadır. Alain, absürt karşısında boyun eğerken Doubourg ise bir başkaldırış sergilemektedir.

Peki nedir absürt? Nasıl ortaya çıkar? Absürt, insanın bir anlam arayışı ile içinde yaşadığı dünyaya içkin olan anlamsızlığın ve belirsizliğin arasındaki derin gerilimi ifade eder. Camus’ye göre absürdün derinden hissedildiği dört ayrı durum söz konusudur[1]. Buna göre ilk durum yaşamdaki mekaniklik ve monotonluğun insana varoluşunu sorgulatmaya başlamasına ilişkindir. İkinci durum zamanın insan için öldürücü bir süreç olarak algılandığı durumdur. Üçüncü durum yabancılaşma, dünyadan soyutlanmışlık; dördüncü ve son durum ise ölüm ve ölümlülükle ilgili derin düşüncelere dairdir.

Alain’a baktığımızda ise bu durumların hepsi onda mevcuttur. Bundan sonraki soru Alain’ın absürt karşısında ne yapacağıdır.

Camus’ye göre gerçekten önemli olan tek felsefi sorun intihardır: “Yaşamın yaşamaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir”[2].

Filmle paralellik kurulduğunda intihara sebebiyet veren şey ise absürdün ortaya çıkışı ve bundan kurtulma isteğidir.

Camus için intihar bir boyun eğiştir. “İntihar bir yanılsamadır. Uyumsuz insanın tüm yapabileceği her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir” [3].

İntiharı olumlamayan Camus için absürt karşısında yapılması gereken, yaşama değerini veren şey ise başkaldırıdır.

Film süresince izleyicide bir acaba? Sorusu patlak verse de filmin sonu, aslında filmin başından itibaren gözler önündedir: Görünüşte her şeye sahip olan Alain, absürdün ortaya çıkmasıyla kontrolünü kaybetmiş, yaşam karşısında boyun eğmiş ve intihara teslim olmuştur.

Filmin sonu insanın varoluşsal mücadelesinin, umutsuzluğun ve boyun eğişin çarpıcı bir tasviriyken yaşama ve absürde dair olarak ise izleyiciler için iki seçenek sunmaktadır: teslim olmak ya da başkaldırmak.

 

 


Kaynakça

[1] Cevizci, A. (2012). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say. [2] Camus, A. (2017). Sisifos Söyleni. s. 21. İstanbul: Can. [3] Camus, A. (2017). Sisifos Söyleni. s. 69. İstanbul: Can.

11-08-2023
İrem Merih Mutlu

İrem Merih Mutlu

Sinema ve Televizyon

Bir film meraklısı ve felsefeci olarak, belki çok sevdiğiniz belki de daha önce hiç duymadığınız filmlerde ekrandaki görüntülerin ardındaki daha derin anlamları ortaya çıkarma tutkusuyla, sinemanın zengin dokusunu ve hayatlarımız üzerindeki derin etkisini keşfederken ilgi çekici ve düşündürücü bir yolculuk için bana katılacağınızı umuyorum.

iremmerihmutlu@gmail.com