Yanlış Anlaşılanlar - 1 :  “Carpe Diem”

Yanlış Anlaşılanlar - 1 : “Carpe Diem”

A+ A-

Bu yazıda özelde carpe diem ifadesi için ele almak istediğim yanlış anlaşılma durumu ne yazık ki felsefe/filozoflar için de geçerlidir. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım”, Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”, Herakleitos’un “Değişmeyen tek şey değişimdir.” gibi filozoflara ait ve onların felsefelerini yansıtan önermelerini ya duymuşuzdur ya okumuşuzdur.

Bu bir cümlelik önermeler aslında o filozofların tüm felsefelerini içinde barındırır. Ancak çoğu insan bu filozofların felsefi sistemlerini derinlemesine okuyup incelemediğinden cümleyi okuduğunuzda gayet net ve anlaşılır ifadeleri olan bu önermelerin anlamını tam olarak kavrayamaz. Bu nedenle bir filozofun felsefesini anlamak için sadece birkaç önermesini bilmek yetmez. Onun fikirlerini incelemek, karşı olduğu filozof/görüş/akım vb. eleştirilerini iyi anlamak gerekir.

Örneğin; Sokrates’in bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir önermesi tam anlamıyla onun felsefesini yansıtır. Ancak önermeyi okuduğumuz zaman anlaşılmayan bir cümle olmamakla beraber eğer Sokrates’in felsefesini incelememişsek bu önermenin anlamını tam olarak kavrayamayız. Günümüzde eğitim içinde de Sokratik Yöntem olarak kullanılan ve geriye doğru bir sorgulama yapılan yöntemde temel amaç bildiğimizi düşündüğümüz konularda neyi, ne kadar ve ne derece bildiğimizi ortaya koymaktır. Çünkü bilgi ile sanı, kanı, inançlar çoğunlukla birbirine karıştırılmaktadır. Eğitimin içinde bu şekliyle kullanılıyor olsa da Sokrates’in kastettiği şey tam olarak bununla da örtüşmez.

Platon’un diyalogları incelendiğinde Sokrates’in herhangi bir kavramı karşısındaki muhatabı ile çetin bir akıl yürütme ile sürdürdüğünü ve muhatabının ortaya koyduğu argümanları sorularıyla çürüttüğünü görürüz ancak bu diyaloglar hiçbir zaman Sokrates’in kesin olarak ortaya koyduğu yargılarla bitmez. Diyaloglar öylece bir yerde kesilir. Bunun sebebi işte tam da Sokrates’in önermesinde anlamını bulur. Sokrates eğer isteseydi bu tartışmayı kendi yönlendirdiği şekilde yürüttüğü gibi sonucunda da bir yargıda bulunurdu. Ancak bu tartışmaların birdenbire sonlanıvermesinin taşıdığı iki anlam vardır: Bunlardan birincisi bireyin yetiştiği aile, gittiği okullar, arkadaş çevresi, okuduğu kitaplar, yaşadığı şehir, yaşadığı ülke, sahip olduğu değerler….. her ne olursa olsun, bilgiye ulaşmak için tek başına ben’in yeterli olamayacağıdır. Örneğin özgürlüğün ne olduğu hakkında ben olarak farklı kaynaklardan edindiğim deneyimlere dayanarak birçok fikre sahip olabilirim. Ancak bu kavramın ne olduğunu anlayabilmemin tek yolu ancak ve ancak o kavramı bir başkası ile birlikte değerlendirmekten geçer. Yani bilgiye ulaşmak için benim görüşlerimi değerlendirebileceğim ikinci bir kişinin görüşlerine ihtiyacım vardır. Bu değerlendirmenin de mutlaka bir sonuca ulaşması gerekmez. Çünkü o kavram üzerinde fikirler karşılıklı olarak konuşuldukça, tartışıldıkça, değerlendirildikçe ben olarak o kavrama ilişkin bilgim de olgunlaşır. Sokrates’in yapmış olduğu tartışmaların birdenbire sonlanmasının ikinci anlamı ise, örneğimiz özgürlük kavramı üzerinden söylemek gerekirse insanların kendi yaşadıkları çağda kavramı yeniden değerlendirmek yolu ile sorumluluğu kişilere yüklemesidir.

Bu bağlamda filozoflara ait düşünceleri ifade eden bu önermeler üzerinde değerlendirmeler yaparken filozofun felsefesinden bağımsız değerlendirmeler yapmak anlamın bağlamını değiştirebilir.

Şimdi carpe diem ifadesinin neden yanlış anlaşıldığını daha rahat açıklayabileceğimi düşünüyorum. Öncelikle bu ifade İtalyan bir şaire aittir. Quintus Horatius Flaccus (M.Ö. 65 – 8)

Odes (Latince kelimenin Türkçe’deki karşılığı kaside) adını taşıyan ve 4 kitaptan oluşan toplamda 103 lirik şiir içeren eserinde yer alan bir şiirinin son dizesinde geçer.

You ne quaesieris, scire nefas, quem mihi, quem tibi
finem di dederint, Leuconoe, nec Babylonios
temptaris numeros. ut melius, quidquid erit, pati.
seu pluris hiemes seu tribuit Iuppiter ultimam,
quae nunc karşıtlığı zayıflatıcı pumicibus mare
Tyrrhenum: sapias, vina liques, et spatio brevi
spem longam reseces. dum loquimur, fugerit invida
aetas: carpe diem quam minimum credula postero

Tanrıların sana ve bana hangi amacı verdiğini sorma Ey Leuconoe (bunu bilmek yasaktır)

ve Babil burçlarını inceleme.
Olacakları kabul etmek ne kadar daha iyi ! Jüpiter sana birçok kış vermiş olsun, ya da Tiren denizini kayalara karşı zorlayan son kış olsun, akıllı ol, şarapları filtrele, kısa bir yaşam için uzun umutları kısa kes. Konuşuyoruz ve bu arada zaman açgözlülükle uçup gidiyor.

Bugünü yakalayın, yarına mümkün olduğu kadar az inanın."

Odes, 1. Kitap, 11. Şiir.

Milattan Önce birinci yüzyılda yaşamış Romalı şair Horatius’un dizelerinde kullandığı bu deyiş Türkçeye daha kulağımıza aşina gelen haliyle “anı yaşa” olarak çevrilmiştir. Ancak “günü yakala”, “günü yaşa” şeklinde de ifade edilmektedir.

Anı yaşamaktan ne anlamalıyız? Tüm insanlar az ya da çok kazansın belli bir yaşa gelinceye kadar çalışır. O yüzden çoğu hayalimizi emekliliğe bırakırız. Sürekli olarak gelecek ile ilgili plan yaparız. Evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocukları büyütmek evlendirmek, ev almak, araba almak…..karşımıza çıkan ilk değerlendirme işte insanların bu zaman algısı ile ilgilidir. Zaman kavramı üzerinden yapılan değerlendirmeler var. Geçmiş yaşandı bitti. Gelecek de henüz gelmediği ve ne getireceği bilinemeyeceği için şimdiye odaklanmak ve içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmak. Gününü gün etmek. Çeşitli hobiler ile uğraşarak yaşamak mı, adrenalin dolu sporlar yapmak mı, dünyayı gezmek mi, arkadaşlarımızla dostlarımızla vakit geçirmek mi, bahçemizde çiçek dikmek mi?

Hiç şüphesiz kapitalizmin dünyaya dayattığı bir düzenin içinde yaşıyoruz hepimiz.  Paraya dayalı bir sistemde insanlara dayatılan bir düzen. Bir markete girdiğimizde bile karşımıza çıkan devasa bir sistem. Markete girdiğimizde adeta bir labirentte dolaşır gibi dolaşmadan marketten çıkamayız. Bunun sebebi ihtiyacımız olan malzemeyi alır almaz marketi terk etmemizi önlemek içindir. Bütün bir marketi dolaşarak ve o esnada bir sürü raf ve ürüne bakmak yolu ile marketten çıkabiliriz ancak. Tabii çıkışa kadar geçen o sürede renklerin insanlar üzerindeki etkisini bilen üreticilerin janjanlı ambalajlardaki ürünlerine gözünüz takılır. İhtiyacınız yoksa bile göz hizasına özellikle dizilen bu ürünlerden alma isteği duyarsınız. Ya da sevgililer günü, anneler günü gibi özel günlerde hediye almamız zorunluymuş gibi bir ay önceden televizyonlarda reklamlar izleriz. Tek taş yüzük takmadan evlenmiyor kızlarımız artık. Falanca marka arabası varsa adam gibi adamdır babamız. Filanca marka kozmetik kullanıyorsak biz daha özel ve değerliyizdir. Anlam an kavramı üzerine yüklendiğinde bunun iki boyutu çıkıyor karşımıza. Bize sunulan idealize edilmiş bir yaşam biçimi var. Bunlardan birincisi idealize edilen yaşam biçimini edinmek için çabalayan insanlar bir de bu yaşam biçiminin gerçekleşmesini sağlamak için hizmet eden insanlar ve hayvanlar. Hayvanlar dedim çünkü kullanılan makyaj malzemelerinin insan sağlığı için tehlike oluşturup oluşturmadığı hayvanlar üzerinde yapılan deneyler aracılığıyla test ediliyor en bilinen örnek olarak. Anı yaşamak basit ve masum olarak içinde olduğumuz zamanı keyifle geçirmek anlamında insanoğluna biraz pahalıya patlıyor. Çünkü sistem buna müsaade etmiyor.

Anı yaşamaktan ne anlamalıyız?  “Yaşamak” kavramını öncelersek eğer “zamanın farkında ol, anın değerini bil, yaşadığını hisset” gibi farkındalık ve bilinç üzerine anlamlar çıkmaktadır. Bu noktada zaman algısının psikolojik açıdan değerlendirilmesinde fayda görüyorum. Bu değerlendirme iki türlü yapılabilir. Psikolojide öznel ve nesnel zaman dediğimiz kavramlar vardır. Öznel zamanın algılanışı için okul ve derslerden örnek vermek gerekirse bir öğrenci için sevdiği ders sanki beş dakikaymış gibi gelip geçerken sevmediği ders bir türlü bitmek bilmez. Karısı doğum yapacak erkek için zaman bir türlü geçmek bilmez. Bir futbol maçında yenilen takım için her uzatma bir umut iken yenen takım için son dakikalar bir türlü geçmek bilmez gibi. Bir de zamanın yaşa bağlı olarak algılanışı vardır. Gençlikte zaman sanki hiç bitmeyecek tükenmeyecekmiş gibi algılanırken yaşlılar artık yolun sonuna doğru yaklaştığını hissettiği için zaman onlar açısından çok daha kıymetlidir. Zamanın öznel algılanışında hastalık, beklentiler, duygular da rol oynar. Zamanın nesnel algılanışı ise saat zamanı dediğimiz kavramla ifade edilir. Bugün “gelişmiş” diye tanımladığımız tüm ülkelerde özellikle çalışan kesim için geçerli olan ve insanları yaşayışları bakımından tektipleştiren bir yaşam biçimini dayatan bir zaman kullanımıdır. Mesai saatleri, hafta sonu tatili, bayram tatilleri çalışma yılı vb. ülkelere göre değişse de uygulanışı bakımından standart bir yaşam biçimini dayatır. Öyle ki Japonya’da çalışma saatlerinin uzunluğu nedeniyle aynı zamanda yatak olarak da kullanılabilen ofis sandalyeleri ve hatta daha da ileriye giderek kapsül evler üreterek iş yerinin içindeki bir mekânda bu evler çalışanlar için kullanılmaktadır.

Zamanın kültürlere göre algılanışı da farklıdır. Çıkış ülkesi Meksika olarak bilinen siesta (öğlen uykusu) sıcak iklimli ülkelerde çalışma verimini arttırmak için yapılan bir uygulamadır. Hatta bu uygulama bazı bölgelerde zorunludur. Mekânların da kendine özgü zaman akışı olduğu yönünde fikirler vardır. Ülkemizde İstanbul belki bu konuda verilebilecek en iyi örnek olabilir. Şehrin adeta kendine ait bir enerjisi vardır ve o enerji bireylere de yansır. Bunun karşılığında cityslow günümüzde Avrupa tarafından hızlı yaşam karşıtı olarak trafiğin, koşuşturmanın, çok katlı evlerin vb.. olmadığı şehirlere göre yaşamın daha sakin yaşandığı şehir ya da beldelere verilen bir unvandır. Yılbaşının gelişi pek çok dünya ülkesinde havai fişekler, eğlenceler eşliğinde kutlanırken Japonya’da insanlar geceden deniz kenarlarına giderek sabah güneşin doğuşunu beklerler ve bu bekleme süresi boyunca da geçmiş yılın muhasebesini yaparlar.

Sosyalleşme sürecinde, sosyal zamanın kuralları “geçmiş, şimdi ve gelecek, erken veya geç, bekleme ve acele etme” vb. kavramlar çocuklara öğretilir. Bu sebeple her bir dil ve kültür çevresinin kendine özgü bir sosyal zamanı vardır. Şimdi geldiğimiz bu noktada zamanın kıymetini bilerek, zamanın farkında olarak ve zamanı bilinçli kullanarak yaşayacağız?

 

GERÇEKTE CERPE DİEM NE ANLATIR?

Anı yaşamaktan ne anlamalıyız?  21. yüzyılda tekrar ve yoğun bir şekilde gündeme gelen “Carpe Diem” kavramı 2000 yıl sonra tekrar moda haline gelmiştir. Bu kavramın bilinçli olarak canlandırıldığı ileri sürülmektedir. Kavramı “carpe diem” ya da “anı yaşa” olarak bilmiyor olmak önemli değildir. Çünkü bu kavram, reklam piyasasının temel bakış açısını oluşturur. Elbette burada kavramın en kök anlamı dışında bireyin kendisini önemli ve değerli hissetmesini sağlayacağına inandırıldığı idealize edilmiş yaşam biçimine kavuşma isteğini beslemek hedeflenmektedir. Bu istek de moda aracılığıyla dayatılır. Kıyafetler, teknolojik aletler, arabalar, kişisel bakım ürünleri, ev eşyaları, elektronik eşyalar, hiç görmediğimiz gıda ürünleri, temizlik malzemeleri……....liste böyle uzar gider. Üstelik sistem çalışanları iki kere sömürür. Hem çok uzun hem de haklar bakımından yetersiz çalışma saatleri sonunda örneğin kişi çok uzun saatler ayakta kalıyor ve bundan dolayı kas ağrıları gibi bir sağlık problemi yaşıyorsa kas ağrılarına en iyi gelen kremlerden ilaçlara bu bir sektör halini alır. İçeriği değiştirilen “carpe diem” kavramının son dönemlerde moda haline getirilmesi, pazarlama sektörünün kendisini daimi kılmak için başvurduğu bir yol olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.

Carpe diem kavramının asıl anlatmak istediğini doğru okumak ve doğru anlamak gerekir. Buraya kadar bahsi geçen değerlendirmeler adeta filin sadece kulağını ya da bacağını gözleri görmeden elleriyle yoklayan kişilerin dokundukları şeyin ne olduğunu bilmeleri istenen metafordaki gibidir. Hatta bunu da aşarak kavramın anlamını yitirmesi ve anlamını yitirmekle kalmayıp bir sömürü politikasına dönüştürülmesi söz konusudur. Öyleyse kavramın işaret ettiği temel kavrama odaklanmak gerekir. Bu kavram; bir başka metafor olan Sisifos Söyleni’nde karşılığını bulur. Çeşitli hilelerden sonra cehennem Tanrısı Hades’i aldatan ve Tanrı Zeus’u kızdıran Sisifos ona, Hades’in (Hades, hem cehennemin hem de onu yöneten Tanrı’nın adıdır.)  derinliklerinde bir kayayı sonsuza dek bir tepeye çıkarma cezasını verir. Çünkü Sisifos kayayı tepeye her çıkardığında kaya yeniden aşağıya yuvarlanır. Bu metaforda anlatılmak istenen: İnsan ölümlü bir varlıktır. İnsan ölümlü bir varlık olduğunu bile bile hep geleceğe dair planlar yapar, evlenmek ister, çocuk sahibi olmak ister, ev almak ister………. Oysa ölümün varlığı karşısında insanın yapma ve etmeleri anlamsızlaşır. İşte tam bu noktada ölüm ve yaşam birbiriyle çelişir. Ölümün varlığı karşısında yaşam anlamını yitirir. Bu denklemde buradan çıkış noktası ise yine yaşamın kendisidir. Çünkü ölüm var olsa bile yaşam da vardır. Öyleyse insana düşen görev ölümün varlığı karşısında var olan yaşamı en anlamlı hale getirme sorumluluğudur. Tabii ki varoluş felsefesi, felsefenin metafiziğin alanına giren anlaşılması en zor felsefe disiplinidir.

Hedonizm akımının felsefesi de bu noktadan hareket eder. Ancak bu noktaya gelmesine yol açan fikir zincirinin başlangıcında bilginin nasıl elde edildiği sorunsalını ele almaları yatar. Bilgiyi elde etmede duyularımızdan başka bir kaynak görmeyen bu akımın temsilcisi olan filozoflar duyuları bilgiyi edinmede güvenilemez bir kaynak olarak gördükleri için bir kayıtsızlık halini çözüm önerisi olarak sunarlar. Çünkü bilginin kendisine ulaşma olanağı yoksa ve ölüm gerçeği varsa, o zaman insanın hayatta nasıl mutlu olunur sorusunun peşinden koşması gerektiğini amacı haline getirmesinin en doğru yol olduğuna inanırlar. Hedonizmin en önemli temsilcilerinden olan Epikuros’a göre; doğru yaşamın ölçülerini duyulara dayalı bilgiden almamız mümkün olmadığına göre o zaman doğrunun pratik alandaki ölçütleri ise haz ve acıdır. Ölüm varsa o halde insanın acıdan kaçması gerekir. Acıdan kaçarak hazza yönelmesi gerekir. Felsefenin başlıca işi insana mutluluğu sağlamaktır. Bunu da ancak insanı ölüm karşısında duyulan korku ve ürküntüden kurtararak yapabilir. Bunu da başarabilmek için doğaya dayanan ve doğal olan bir dünya görüşü gereklidir. Epikuros felsefesini yaymak için, satın aldığı bir bahçede felsefe yapmıştır. Bu yüzden onun okuluna Kepos (bahçe) denmiştir.     

Ünlü şair Horatios’un şiirini yazarken Epikuros’un felsefesinden ilham aldığı söylenir. Böylece carpe diem  varoluşsal kaygının arka planını oluşturduğu bir yaşam rehberine dönüşür. Anı yaşamak varoluşsal bir sorunsaldır. Hayat, anlardan ve anılardan ibarettir. İçinde bulunduğumuz an, ne geleceğe ne de geçmişe aittir.

quam minimum credula postero  (yarına mümkün olduğu kadar az güvenmek/ yaşamı kendinize emanet etmek). Geleceğin öngörülebilir olmadığı göz önüne alındığında, bu, hayatın sunduğu nimetlerin her gün tadını çıkarmaya, zevk aramaya değil, sahip olduklarınızı takdir etmeye bir davettir.

Horatios’un carpe diem "felsefesi", insanın geleceği belirlemek bir yana, bilemeyeceği düşüncesine dayanmaktadır. İnsan yalnızca şimdiki zamana müdahale edebilir ve bu nedenle eylemleri yalnızca şimdiki zamanda yoğunlaşmalıdır; bu da, tüm tezahürlerinde, her zaman bugün ortaya çıkan fırsatları, sevinçleri,  geleceğe yönelik varsayımsal umutlardan, endişelerden, korkulardan arınarak yakalamaya çalışmalıdır. 

İnsanın kendi hayatını yönetme özgürlüğünü ön plana çıkaran ve bizi kendi zamanımızdan sorumlu olmaya davet eden bir " felsefe "dir, çünkü şairin bir önceki dizede dediği gibi "Dum loquimur, fugerit invida aetas" ( "Biz konuşurken zaman açgözlülükle akıp gidecek" ) ve insanın hayatını geleceği bilmeye çalışarak harcaması faydasız. Varoluş, herhangi bir kazayla aniden kesintiye uğrayabilecek, bu nedenle kaçınılmaz sonu düşünmemek için acının yokluğunu arayarak yaşanması gereken sınırlı ve istikrarsız bir şey olarak görülüyor. Horatios, zamanın inan yaşamını yıpratmasına meydan okuyarak kendi varlığına değer veren insana bir değer biçiyor.

"quantum minimum credula postero" olmadan "carpe diem" anlaşılamaz.

Tüm okurlara saygılarımla…..


Kaynakça

Epikür - Felsefe Tarihi Macit Gökberk

21-04-2024
Nurcan Ünal

Nurcan Ünal

Felsefe

Hacetttepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesinden felsefe öğretmeni olarak emekli oldum. Öğretmenler olarak kurmuş olduğumuz Felsefeciler Derneğinde felsefe ders müfredatları, felsefe grubu ders kitapları, ders materyalleri gibi konularda inceleme ve değerlendirme çalışmalarında bulundum. Okuyanbilir adı altında öğretmenlerden oluşan bir kitap ve film değerlendirme grubu ile halen etkin okumalar yapmaktayım.

unalnurcan70@gmail.com