Geleceğin Bilimi: SOSYOLOJİ

Geleceğin Bilimi: SOSYOLOJİ

A+ A-

Sosyolojinin geleceğin bilimi olması fikri pek çok kişinin itiraz edeceği ya da hangi gerekçe ile geleceğin bilimi olması gerektiğini anlayamadığı bir fikir olabilir. Bu yazımda sosyoloji neden geleceğin bilimi olmalıdır buna ilişkin tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

1.Bilime Verilen Değer: Sosyoloji neden geleceğin bilimi olmalıdır sorusunun, temelde bilime verilen değer konusu ile yakından ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu başlık altında önemli olduğunu düşündüğüm hepsi birbirinden farklı ancak hepsi birbiriyle bağlantılı olan birkaç konuya değinmek istiyorum.

Hiç şüphesiz bilimin günümüz itibarıyla geldiği nokta hepimizi hayrete düşürecek bir seviyededir. Özellikle teknoloji pek çoğumuzun aklının alamayacağı bir gelişme göstermiştir.  Bisiklet ya da televizyon nasıl çalışır gibi günlük hayatımızda kullandığımız pek çok aletin çalışma prensibini sokratik bir sorgulama yoluyla ortaya koymaya çalışsak (kendim de dâhil olmak üzere) pek çoğumuz bu sistemleri bile tam anlamıyla anlatamaz.  Oysa bugün füzesavar olarak kullanılan manyetik kubbelerden tutun da uzaya turist taşımaya varan ya da robotlar aracılığıyla yapılan sanat hatta tıp alanında ameliyatlara varıncaya kadar çok geniş bir yelpazede bilimin ve teknolojinin gösterdiği gelişme inanılmazdır.

Tüm bilimlerin temeli olan matematikten sırasıyla doğa bilimleri ve insan bilimleri ayrılarak bilim bugünkü seviyesine ulaşmıştır. En son bağımsız hale gelmiş bilim psikolojidir – tam anlamıyla bir bağımsızlık olmamakla beraber - . Psikolojinin bağımsız bir bilim olarak varlığını kabul ettirmesinin yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi vardır. Diğer tüm bilimler göz önünde bulundurulduğunda psikolojinin henüz bir bebek olduğu benzetmesini yapmak yanlış olmaz. Ancak buna rağmen psikolojinin bir bilim olarak ortaya koyduğu sonuçlar dikkate alınırsa kendisinden önce pek çok sonuçlara ulaşmış bilimlerin verilerinden de faydalanarak katettiği yol hiç de azımsanacak gibi değildir. Sadece psikolojinin 69 tane alt disiplini vardır (APA’da en son baktığımda rakam buydu). Kültür psikolojisi, spor psikolojisi, ergenlik psikolojisi…….vb. Bunun dışında bir de iki ayrı alanın etkileşiminden doğan bilimler vardır. Örneğin sosyoloji ayrı bir bilim dalıdır psikoloji ayrı bir bilim dalıdır bu iki bilimin etkileşiminden ortaya çıkmış olan sosyal psikoloji bu iki bilimden ayrı bir bilim dalıdır. Günümüzde sayısı birkaç bini bulan bilim dallarından söz etmek yanlış olmaz. Üstelik her geçen gün yapılan çalışmaların sonucu olarak geçmişe göre çok daha hızlı bir biçimde bir çalışma alanı sadece bir disiplinken bir bilim dalına dönüşebilmektedir.

Bilimlerin Felsefeden Kopması; Tam bu noktada ilk tespitim bilimlerin felsefeden neredeyse tamamen kopmasıdır. Oysa felsefe tüm bilimlerin içinden doğduğu disiplindir. Bugün eğitim bilimlerinde ya da siyaset biliminde ya da diğer tüm bilimlerde geriye doğru gittikçe hepsinin temelinde filozofların ortaya koyduğu sistemlerin olduğunu görürsünüz. Bu bağ özellikle antikçağda çok kuvvetliydi çünkü tüm filozoflar aynı zamanda ya matematiğin ya fiziğin ya da herhangi başka bir bilimin kurucusu olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Ancak günümüzde bilim bu felsefi bakıştan yoksundur. Oysa bilim ve felsefenin birbirinden ayrılması düşünülemez çünkü sonuçları bakımından bilim her zaman felsefeye muhtaçtır. Bunun en yakın ve bilinen örneği Sophia olarak adlandırılan robottur. Bilindiği üzere Suudi Arabistan tarafından bu insansı robota vatandaşlık verilmiştir. Konuya ilişkin bilim kurgu türünde pek çok film örneği verilebilir. Temelde bu filmlerde sorgulanan da yapay zekânın öngörülemeyen bu gelişiminde insan makine arasındaki hukukun sınırlarının ne olacağı sorusudur ki işte tam olarak bu konularda bilgiyi çerçeveleyecek olan felsefi bir bakıştır. Çünkü bu sadece hukukçuların ortaya koyacağı birkaç kanunla halledilebilecek bir mesele değildir.

Bilimlerin Bütüncül Bakış Açısını Kaybetmesi; Bir başka mesele bilimlerin sayısal olarak günden güne artmasının bir sonucu olarak bilimlerin ele aldıkları konularda sahip oldukları bütüncül bakış açılarını yitirmiş olmalarıdır. Bunu günlük yaşamımızda en güzel hastanelerde yaşıyoruz. Artık doktorlar neredeyse hasta ile hiç yüz yüze gelmeden tamamen makinelerin ölçtüğü değerleri, gördüğü ekrandan gözlerinize bile bakmadan teşhis yapıp ilaçları yazıp sizi birkaç dakika içinde gönderebiliyor. Elbette bu alanda var olan problemlerin varlığı yadsınamaz. Sadece bir tespit yapmak açısından dile getiriyorum. Çünkü dinlediğim programlarda doktorların kendileri böyle bir tespiti ortaya koyuyor aslında: İnsan vücudunun bütünlüğünü gözden kaçırarak tam teşhis koymadan tedavi yapmaya çalışmak. Tabii ki bu tüm bilim dalları açısından geçerli.

Bilim Üretme; Tüm dünya ülkeleri içinde bilimi üreten ülke sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Bir bilim dalında çalışan bir bilim insanı olmakla o bilim dalında bir buluş geliştirmek arasında farklılık vardır. Bu anlamda da bilimde Pazar oluşturacak bilgiyi üreten ülke sayısı çok değildir.

Bilimin Mülkiyeti; Bir diğer önemli bir problem bilimde mülkiyet hakları sorunudur. Hibrit tohumlar ve tarım teknolojileri ya da coronavirüs salgınında üretilen aşıların ticaretinin yapılması buna örnek verilebilir.

Sonuç olarak; genel olarak dünyada bilime ilişkin bazı problemler olmakla birlikte bir de ülkemiz açısından bazı problemler buna eklenebilir. Hiç şüphesiz birinci sırada ülkemizin verdiği beyin göçü yer almaktadır. Çünkü bilimsel çalışmalara yeterince kaynak ayrılmamaktadır. Yine üniversitelerde görev yapan kimi akademisyenlerin ifadesi ile üniversiteler Türkiye’de daha çok yüksek lise gibi varlıklarını sürdürmektedir.

Tüm bunların ışığında neden sosyoloji geleceğin bilimidir. İşte şimdi bütüncül bir bakış açısı ile bu soruya cevap vermek gerekirse: çünkü bilim gitgide insanların ya da insanlığın yararına değil de daha çok ülkelerin daha çok para kazanmak ya da kendi varlıklarını korumak üzere üretilen ticari bir metaya dönüşmektedir. Bugün dünya edebiyat literatürü tarandığında ister şu konuda ister bu konuda pek çok yazarın kaleme aldığı romanlarda belki doğrudan belki dolaylı ele aldığı temel konu yabancılaşma kavramıdır. Kapitalizm, emperyalizm, şövenizm, sömürgecilik gibi siyasi ve ekonomik yapılar bu sistemlere hizmet eden toplumları neredeyse yok etmiştir. Tabii ki her ülkenin kendine özgü yapısı içindeki toplumların dinamikleri de bu çerçevede değişime uğramaktadır. İster bu sistemleri üreten ve uygulayan ülkelerin toplumları olsun isterse bu sistemlere maruz kalan ülkelerin toplumları olsun bu gidişattan doğrudan etkilenmektedir. Sadece bu etkilenmenin şiddeti ve şekli birbirinden farklıdır. Bu konuda yarına ilişkin toplum dinamiklerini tehdit eden bir diğer unsursa yapay zekâdır. Yapay zekânın üretim ve tüketim ilişkilerine etkisi sonucu ekonomik ve sosyal açıdan toplumlar üzerinde nasıl bir değişime yol açacaktır bu şu an için öngörülemez olmakla birlikte bu konuda yukarıda örnek verdiğim robot sophia ile ilgili Suudi Arabistan’da sosyal medyada robotun şeriat kurallarına uygun görünmediği ile ilgili bir tartışma olduğunu belirtmek belki bir fikir edinmemiz açısından yararlı olabilir.

2. Kuşak Çatışması: Sosyolojinin temel kavramlarından biridir kuşak çatışması. En basit haliyle dile getirmek gerekirse ebeveynler ve çocukların içinde bulunduğu yaş itibarıyla sahip oldukları değerlerin birbiriyle çatışması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Ancak günümüzde bu kuşak çatışmasında aradaki makasın giderek açıldığı bir vakıadır. 1970 doğumlu bir kişi olarak radyonun, televizyonun, sonrasında renkli televizyonun, evlerimizde kullandığımız telefonun, bilgisayarın hayatımıza giriş aşamalarını birebir yaşadım. Şimdilerde moda tabirle X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı diye anılan gençlerin sahip oldukları değerlerle önceki kuşakların sahip olduğu değerler arasındaki uçurum artık bir çağın kapandığının ve yeni bir çağın açıldığının habercisi gibidir. Çünkü gençler gitgide daha dijital bir çağın içine doğmaktadır. Her ne kadar köyünden çıkmamış olsa da elindeki telefonun uygulamaları ile dünyanın istediği her yerindeki bilgiye ya da kişiye erişme imkânı ve motivasyonu olan gençlerin düşünme biçimleri de geleneksel eğitim biçiminin dışında şekillenmektedir. Gelecekte insan ve insanlık ve toplumlar nereye doğru evrilecek, şu an çeşitli yakıştırmalarla anılan bu gençler de belki bunu göremeyecek ancak insan denilen varlığın hızla kökten bir değişime doğru gittiği öngörülebilir. 

3. Ailenin Değişimi: Tarım ve hayvancılıkla geçinen ve kendi kendine yeten bir ülke olarak öğrendiğimiz ülkemizde geniş aile modelinden “kentlileşen” bir yaşamda, gitgide pek çok nedenden dolayı, önce çekirdek aileye doğru evrildiğini ve günümüzde ise yapılan çalışmalarda anne – çocuk(lar) ya da baba – çocuk(lar) şeklinde bir yapıya doğru gittiğini görmekteyiz. Üstelik ailedeki bu değişim sadece sayısal olarak değil, (çünkü dört beş belki daha fazla çocuktan, yine şehirlerde iki ya da bir çocuğa inmesi) ebeveyn çocuk arasındaki ilişki bakımından da değişime uğramıştır. Eskiden anne – baba merkezli bir aile yapısı varken günümüzde artık aile içinde çocuk(lar) merkeze alınmaktadır. Dünya açısından değerlendirildiğinde ise Almanya ve Rusya gibi ülkelerde gençler arasında evlenme oranlarının düşmesi nedeniyle evlenen ve çocuk yapan gençlere para, tatil vb. teşviklerin verilmesi basından takip ettiğimiz gelişmelerdir. Zaten araştırmalar Avrupa ülkelerindeki nüfusun yaşlı bir nüfus olduğunu, ülkemizde de nüfusun gençlik yaşının gitgide yükseldiğini ortaya koymaktadır.

4Göç ve Göçmenler/Değerler: Dünya yakın tarihinde yaşanan büyük ekonomik buhran, sanayi devrimi, savaşlar gibi belli başlı bazı olaylar hiç şüphesiz bazı fikri akımların doğmasına neden olmuştur. Örneğin birinci ve ikinci dünya savaşlarında verilen büyük insan kayıpları individualizm (bireycilik) akımının doğmasına yol açmıştır. Globalizm de günümüzde etnik kimlik siyaseti üzerinden düşünüldüğünde insanlığın yok edemediği ırkçılığın yükselmesine yol açmıştır. Yani globalizmin bir sonucu olarak hem toplumların değişip dönüştüğünü aynı zamanda radikalleştiğini görebiliriz. Bugün dünyada özellikle Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden Avrupa ve Amerika kıtalarına yoğun bir göç hareketi olduğu hepimizin malumudur. Bu ülkelerdeki insanlar yine büyük ülkelerin kendi aralarındaki güç savaşı sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Ancak benzer değerler taşıyan ülkelere gitmek yerine daha fazla özgürlük talebi ile tercihleri Avrupa ya da Amerika olmaktadır. Ülkemiz özelinde de çeşitli nedenlerin yol açtığı sonuç bakımından örneğin “nerede o eski bayramlar?” dediğimiz geleneklerin daha yoğun yaşandığı günlerimizin değişimi kaçınılmazdır. Ayrıca göçmenlerin de hem nüfuslarının çoğalması hem ülkemiz insanları ile yapılan evlilikler nedeniyle toplumun demografik yapısının değişmesi riski söz konusudur.

Dünya nüfusunun hızla artması, siyaset, ekonomi, savaş ekonomisi, ideolojiler, “lider”ler, değerlerin değersizleşmesi, dünya kaynaklarının azalması, ileride çıkacağı söylenilen su savaşları ……..vb pek çok nedenden ötürü toplumların değişen dinamikleri, her başlığın ötesinde halkların ne gibi bir değişime gebe olduğunu ancak bilimle ve o bilimlerden sosyoloji ile anlayabiliriz. Tüm bu tabloya baktığım zaman gördüğüm sosyolojinin biz ya da çocuklarımız şahit olmasa da sosyolojinin geleceğin en temel bilimi olduğudur.

“İnsan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca’ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa”

JOHN STEİNBECK

Tüm okurlara saygılarımla………

 

 

13-03-2024
Nurcan Ünal

Nurcan Ünal

Felsefe

Hacetttepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesinden felsefe öğretmeni olarak emekli oldum. Öğretmenler olarak kurmuş olduğumuz Felsefeciler Derneğinde felsefe ders müfredatları, felsefe grubu ders kitapları, ders materyalleri gibi konularda inceleme ve değerlendirme çalışmalarında bulundum. Okuyanbilir adı altında öğretmenlerden oluşan bir kitap ve film değerlendirme grubu ile halen etkin okumalar yapmaktayım.

unalnurcan70@gmail.com