İyilik yapmak mutlu hissettirir (mi?)
1938 yılında sosyal psikologlar Henle ve Hubbell, insanların benmerkezci yapısının konuşmaya ne kadar yansıdığını bulmak adına ilginç bir deney düzenlediler. Çalışma yaptıkları üniversitenin yatakhanelerindeki yorganların altına saklanarak konuşulanları dinlemek en eğlenceli araştırma metotlarından biriydi. Gençlerin arasında karışmak ve araştırma yaptıklarını belli etmemek için sigara odalarında, çamaşırhanelerde ve yatakhanelerde gençlerin sohbetini dinleyip kayıt aldılar. Tüm bu çalışmaların sonucunda ise insanların çocukluk dönemine kıyasla daha sosyal yapılı olduklarını ve büyüdükçe diğer insanların fikirlerine daha çok değer verdiklerini keşfettiler. 1932 yılında yaptığı bir çalışmayla Nice da buna benzer bir sonuca ulaşmıştı. Çocukların günlük hayatta yetişkinlere göre “ben” kelimesini “sen” kelimesinden daha sık kullandığını saptamıştı.
İletişim esnasında karşıdaki kişinin neler söylediğine odaklanmak ve hikâyeye onun bakış açısından bakmak insanı insan yapan yegâne unsurdur. Bunu kanıtlamak için gözümüzü doğaya çevirebiliriz: Doğada faydacı bir düzen hakimdir. Doğal ortamda yer alan tüm canlılar belli bir düzene göre yaşarlar; kendilerine yararlı olanı yer, içer, zararlı olandan ise uzak durmaya çalışırlar. Ancak yaptıkları hiçbir eylemde “karşıdaki canlının ne düşündüğünü hesaplamaya çalışan” bir tavır yoktur. Empati dediğimiz karşıdaki kişinin hissettiklerini hissedebilmek için onun gibi düşünme yeteneği, sadece insana özgü olan bir özelliktir. Peki öyleyse neden çocukken daha benmerkezci olan ve doğa kurallarına daha uygun yaşayan bizler büyüyüp yetişkinliğe evrildikçe empatik ve sosyal olmaya başlarız? Bunun yanıtı öğrenmeyle basitçe açıklanabilir. Ancak ben konuya daha derin bir açıdan yaklaşacağım.
İnsanlar birbirleriyle farklı iletişim metotlarını kullanarak anlaşırlar. Bir insan ömrü boyunca birçok insanla etkileşime giriyor. İnsanın sosyal bir canlı olduğu göz önüne alındığında bu öngörülebilir bir durum değil mi? Ancak insanın hayatı boyunca en çok etkileşime girdiği bir kişi var: kişinin kendisi. Bu nedenle insanın en iyi kendini anlayabileceği söylenebilir. Peki ya size dünya üzerinde sadece bir insan olduğunu söylesem... Eski bir felsefi görüşe göre her insan diğer insanlarda kendisinin farklı yansımalarını görüyor. Bu sayede insanoğlu dünya üzerinde var olmuş olan her yaşamı deneyimleyerek muazzam bir bilgeliğe ulaşmış oluyor. Çevremizdeki tüm insanların bizim bir parçamız olduğu görüşü bir toplum olarak ortak çıkarlar yaratmamıza da olanak sağlamış oluyor. Ayrıca etrafımızdaki tüm insanların bizim farklı bir yüzümüz olduğunu söyleyen bu görüşe göre başka bir insana bize davranılmasını istediğimiz gibi davrandığımızda veya bir iyilik yaptığımızda aslında bunları kendimize yapmış oluyoruz. Fark ettiniz mi? Bu kadim felsefi görüş bile iyiliği benmerkezci yapısıyla dışavuruyor aslında. Bu felsefi yapı potansiyel destekçilerini başkalarını düşünmenin kendilerine yarar sağlayacak olmasına inanmalarını sağlayarak cezbetmeye çalışıyor. Bu noktada temelde başkalarına iyilik yapmayı destekleyen bir görüşün dahi kökeninde kendine sağladığın faydanın yattığına ulaşıyoruz.
Empatik davranışın kişinin kendisine yarar sağladığını savunan bir başka argüman ise evrimsel fikirlerdir. Atalarımız teknolojinin olmadığı dönemlerde doğada başkaları olmadan hayatta kalamayacaklarını fark ettiklerinde etraflarındaki insanlarla sosyal ilişkiler kurmaya başladılar. Bu durumda gruptan dışlanıp yalnız kalan kişi ölüme terk edilmiş oluyordu. Sonrasında sosyallik ihtiyacı insanlarda neredeyse bir iç güdü biçimini alacak kadar güçlendi ve bir teoriye göre insan beynindeki ayna nöronların oluşumunu tetikledi. Bu nöronlar insanların empati yapmasını sağlayan özel bir yapıya sahiptir. Doğal yapıların faydacı oluşumlarını göz önüne aldığımda beynimizin bu nöronları geliştirmesinin yine kendisine fayda sağlıyor olması gerekiyor. Grupla beraber olmayı sağlayan empatik yeteneklerimizin geliştiğini ve daha sosyal olanın daha uzun süre hayatta kaldığını düşünürsek ayna nöronların da iyi bir iş çıkarttığı sonucuna varabiliriz. Birçok masalın temel öğretisinde de kişinin kendisine yaptığı yatırımın faydasından bahsediliyor (Çekirge ile karınca hikayesi gibi).
Yazımızın başlığında sorduğumuz soruya dönecek olursak; insan iyilik yaptığında neden mutlu hissediyor? İnsanların başkalarına yardım ettiklerinde kendilerini iyi hissetmelerinin şu ana kadar okuduklarınız ışığında benmerkezciliğe bağlandığını görebiliyoruz. Doğa insanoğlu üzerinde kendisini hissettirdiğinden daha da etkili oluyor. Doğadaki kendini koruma içgüdüsü insanda benmerkezci tutum olarak kendini dışa vuruyor ve bu tutum insan beyninin karışık işleyişinden olsa gerek, başkalarına iyilik yapmak üzerinden dahi kendini mutlu hissetmeye programlanıyor. İnsanların bugün itibariyle birbirlerine yardım konusunda geldikleri nokta inanılmaz. Dünyanın en uzak noktaları arasında birbirlerini hiç tanımayan insanların birbirlerine yardım ettikleri, bu konuda dernekler kurulduğu ve bağışlar toplandığı görülebiliyor. Fakat insanlar aslında kime yardım ediyor?
Kaynakça
Nice, Margaret Morse, (1932). An analysis of the conversation of children and adults. Child Devel, 3, 240-246.
Mary Henle & Marian B. Hubbell (1938). ‘Egocentricity' in Adult Conversation,", The Journal of Social Psychology, Volume 9, Issue 2.