
Ruhsuz Gözlerin Çizeri: Modigliani
Paris'in sokaklarında sarhoşluğun ve sanatın peşine düşen, sadece görmeyi değil, hissetmeyi amaçlayan adam... Birçok edebi esere konu olmuş bir aşk ve sanat harmanı. Evet, Amedeo Modigliani’den bahsediyorum. Uzun boyunlu, ruhsuz silüetli tablolarının karşınıza çıkmış olması muhtemel ama benim değinmek istediğim farklı bir konu var. Asla detaylandırılmayan gözler. Ta ki Jeanne Hébuterne’in gözlerine kadar…
Modigliani için bir kadını beğenmek, onu çizmeye yeterdi belki ama gözlerini çizebilmesi için fazlası gerekirdi. Döneminde yaşayanlara, "Gözleri çizemem çünkü ruhunu göremedim" derdi. Onun için gözler sadece görme aracı değil, duyguların saklandığı bir anı kutusuydu. Yüzeysel duygularla ilgilenmezdi. Belki de döneminde değer görmeyen sanat anlayışı, bu yüzdendi. Bugün açık arttırmalarda milyon dolarlara satılan eserleri, zamanında sanatçının geçimini bile karşılamazdı. Picasso gibi dev sanatçılar ile aynı alkol masalarını paylaştı ama onların kurallarına hiçbir zaman uymadı. Döneminin moda akımlarına kapılmaz, kendi imzasının izini bırakırdı tuvaline.
Sanatı gibi aşkı da dillere destan yaşadı. Duygudan arındırılmış yüzler görmeye alıştığımız tabloları arasında en çok dikkat çeken, Jeanne’nin portreleridir. O portrelerde bir çift göz vardır. Tabloya bakarken size bakıyormuş izlenimi veren bir çift göz… Modigliani’ye bize baktığından farklı bakmış olacak ki, sanatçı o gözleri çizmeye değer görmüş. Belki bugün onun ağzından dinlemeden aşkını anlayamayız ama bu duyguyu bir kere tattıysanız, hissedebilirsiniz. Yıllarca sanata konu olmuş aşk, öyle büyüktür ki içine sığmaz insanın. Bazen o kadar büyür ki aşk mı senin içinde, sen mi aşkın içindesin anlayamazsın. Ona bakmak, uzun bir yoldan sonra denizi görmek gibi hissettirir. Onunla geçen her an, yeni bir duyguyu keşfetmek gibidir. Bir sesin sana değil, içindeki en derin yere konuşmasıdır. Yokluğunun bile senin içinde şekil almasıdır.
Aşkları hiçbir zaman kolay olmadı. Jeanne’nin ailesi, Modigliani’yi hiç istememişti. Çünkü Modigliani’nin dünyası; ressamların, içkinin, yokluğun sesiyle doluydu ama bunların Jeanne için bir önemi yoktu. Aşk, hepsine değerdi. Fakat aşkın romantize edilemeyecek bir tarafı da vardı. Ne kadar güçlü bir duygu olsada, tek başına her şeyi yenemezdi. Ölümü yenemedi ve Modigliani, 35 yaşında yaşadığı hayat şartları nedeniyle hayatını kaybetti. Arkasında 1 çocuğunu ve hamile Jeanne’i bırakan sanatçı, gözlerini son kez kapatırken zamanında değer görmeyen eserlerinin bu denli büyük yankılar uyandıracağından habersizdi. Modigliani’yi tanıdıktan sonra hayatı iki kişilik yaşayan Jeanne, bu ayrılığı tek başına üstlenemeyeceğine karar vermiş olacak ki, eşinin ölümünden yalnızca 2 gün sonra hayatına son verdi.
Aşk, insanı yaşattığı gibi gücünden çalıp en zayıf haline de dönüştürebilirdi. Belki de Modigliani, Jeanne’e bakarken yalnızca onu değil, insanın en savunmasız halini de görüyordu. Ve o hâli, ölümsüz kılmak istiyordu. Bunu başardı mı? Bilmiyorum… Ama bir kadının gözlerini öyle çizdi ki, dünya yüzyıllardır o bakışın içinde hâlâ sessizce ağlıyor.