Neden ?
Birkaç yıldır karpuzun dilimle satılmasına alışmıştık, şimdi de soğan taneyle satılmaya başlandı...
“İki soğan, iki patates, bir tane de patlıcan alayım…”
“Bana da üç domates, iki salatalık verir misin…?”
Semt pazarlarında artık bu cümleler duyulmaya başlandı. Aya gitmeyi planlarken Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında pazara gidemez olduk...
Erik fiyatı gram altınla yarışıyor... (fotoğraftaki etiket fiyatı üç hafta öncesine ait, muhtemelen ucuzlamış üç dört yüz TL olmuştur şimdi...)
Yıllardır yazıldı, çizildi, konuşuldu. Hele pandemi ile neredeyse bütün köşe yazarları ve TV programları gıda güvenliğinin, erişilebilirliğinin ve dolayısıyla tarımsal üretimin stratejik önemini tekrar tekrar gündeme getirdi, karar vericiler şuralar, zirveler düzenledi, vaatlerde bulundu ama birçok konuda olduğu gibi tarımda da sonunda “kadere” teslim olduk.
Peki neden eriğin kilosu 999,50 TL, soğanınki 30 TL oldu? Neden marketlerde süt 30 TL? Neden peynirin kilosu 200 TL’nin üstünde? Neden kasaptan 30 TL’lik kıyma isteniyor? Neden?
TÜİK’e göre gıda fiyatları son bir yılda yüzde 67 artış gösterdi. FAO’nun Küresel Gıda Fiyat Endeksi ise aynı dönemde yüzde 21 düştü. Nasıl bir “kader” bu?
Önce biraz daha soru soralım… göreceğiz ki konular farklı olsa da sorunların nedeni aslında aynı...
Son yirmi yılda dokuz kez Tarım Bakanı değişti. Neden? Tarıma çok önem verdiğimiz için mi?
Neden son 20 yılda ekilebilir arazi toplamımız 26 milyon hektardan 23,6 milyon hektara geriledi?
Tarım alanlarımız azalırken neden hala ormanlarımızı, zeytinliklerimizi, ekilebilir arazilerimizi madencilik ve enerji üretimi faaliyetlerine tahsis etmeye, bu yönde yeni kanunlar/yönetmelikler çıkarmaya devam ediyoruz? Neden verimli topraklarımızı imara açıyoruz?
Göllerimiz, nehirlerimiz kururken neden yılda en az 18 milyar m3 suyu israf etmeyi sürdürüyoruz? Bu gerçek en üst makamlarca bilinmesine rağmen bu israfı önlemeye yönelik kamu yatırımları son on yılda neden sürekli azalıyor?
Üretici kazanmadan tüketicinin kazanmasının mümkün olmadığını neden hala anlamadık? Neden üreticinin girdi maliyetlerini desteklemek, ucuzlatmak yerine ürün fiyatlarındaki artışları depo baskınlarıyla, tanzim satış mağazaları ile, ithalat ile önlemeye çalışıyoruz? Neden?
Üreticinin modern tarım tekniklerine erişimi, örgütlenmesi/kooperatifleşmesi neden kolaylaştırılmıyor? Neden yeterinde desteklenmiyor?
Tarımsal üretimde neden verim artışı sağlayamıyoruz? Bırakın hep örnek verilen Hollanda’yı, bizimle benzeri iklime sahip Arnavutluk, Lübnan gibi ülkeler buğday üretiminde 400 kg/dekar verim elde ederken bizimki neden hala 300 kg/dekarın altında?
Resmi verilere göre 2019,2020 ve 2021 yıllarında 20-29 yaş arasındaki toplam 286 bin genç yurt dışına göç etmiş. Bu gençler neden kendi ülkelerinde gelecek hayali kuramıyorlar?
Neden 2020 yılında 931, 2021 de 1.405 ve geçen yıl 2.685 hekim yurt dışına gitmek için başvuru yaptı?
On beş yıl önce en düşük işçi emeklisi maaşı asgari ücretin %39 üstündeyken bugün neden asgari ücretin altında? Yıllarca alın teri dökmüş, emek harcamış ve prim ödemiş bu insanlar neden bizzat kamu tarafından asgari -yani en az ücret- olarak tespit edilen ücretin altında bir maaş ile geçinmeye muhtaç ediliyorlar? Karar vericiler bu durumu nasıl içlerine sindirebiliyor?
Ayrıca asgari ücret neden açlık sınırının altında…?
Yurttaşların ortalama refah düzeyinin göstergesi olan kişi başına milli gelir sıralamasında 1980 de 55’inci, 1990’da 51’inci, 2000 de 66’ncı olan Türkiye 2022’de neden 81.sıraya düştü?
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından hazırlanan bir raporda, ilköğretimden yükseköğretim düzeyine kadar öğrenci başına yapılan yatırım tutarında Türkiye 38 üye arasında neden son sırada yer alıyor? Aynı raporda yükseköğretimde araştırma ve geliştirme için öğrenci başına yıllık harcamada 28 ülke arasında neden 27. sıradayız?
Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) 2020 yılında yayınladığı istatistiklere göre Avrupa Birliği’nde insanların üçte ikisinden fazlası kendi evlerinde yaşıyor. 38 ülkenin değerlendirildiği çalışmada Türkiye neden sondan dördüncü sırada? Yine Eurostat verilerine göre, Türkiye’de ev sahibi olanların oranı 2020’de son 16 yılın en düşük seviyesine ulaştı. Neden sizce?
Zor sorular değil mi.? İçi kararıyor insanın, ama bu soruların doğru yanıtlarını bulmadan doğru tedavi yapılamıyor işte… Çözüm üretmek yerine seçimden seçime sorunları halının altına süpürüp yerlere bir paspas çekip, etrafa biraz bayramlık (seçimlik) dağıtıp “yola devam” ediyoruz…
Ve sonunda faylar kırılıyor…
Bugün 6 Şubat deprem felaketinin üzerinden iki ayı aşkın süre geçti. Daha kurtarma çalışmaları tamamlanmadan Cumhurbaşkanı yıkılan tüm konutların bir yıl içinde yenisinin yapılacağını söyledi. 18 Mart’ta da ilgili bakan “1 yıl içerisinde 319 bin konut yapacağız ve toplamda 650 bin konutun yapımını sürdüreceğiz” dedi. Madem bir yıl içinde bu kadar konut yapılabiliyor, neden daha önce yapılmadı?
Ve neden örneğin İstanbul’da benzeri bir çalışma yıllardır yapılmıyor? Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, BM vb. uluslararası kuruluşlarla birlikte oluşturulacak bir proje kapsamında gerekli finansmanı da bulmak, birkaç sene içinde gerekli dönüşümü de gerçekleştirmek ve beklenen İstanbul depremindeki olası kayıpları en aza indirmek pekala mümkünken 22 senedir neden adım atılmadı?
TOKİ konutlarının son depremden zarar görmediği, hatta 2011 de yaşanan Van depreminde de hasara uğramadığı açıklandı. Peki bu tespite rağmen deprem riski yüksek bölgelerde yapılacak inşatların TOKİ konutlarında uygulanan sistem ile yapılması şartı neden getirilmedi?
Soruları uzatmak mümkün ama hangi soruna eğilsek kök neden olarak; özellikle 1980’lerden sonra toplumda yaşanan ahlak çöküntüsü, rant düşkünlüğü ve sonuçta böylesine bir toplumun kendisini yönetmek üzere vekalet verdiği kişilerin, topluma hizmet etmek yerine kendilerinin ve partilerinin menfaatlerine hizmet eden siyaset anlayışları ortaya çıkıyor bence.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bırakın kalkınmayı, insanın yaşamını sürdürebilmesi için en temel iki gereksinim olan “gıda” ve “barınma” ile ilgili sorunlarımızı dahi hala çözemedik, yoksulluğu bitiremedik maalesef. Çözüm için mevcut düzenin değişmesi şart.
Soğan neden taneyle, karpuz neden dilimle? Depreme ilk 48 saatte neden yeterli müdahale yapılamadı?
Hepsi sonuç, sebebe odaklanmadıkça sorun biriktirmeye devam ederiz.!