Borç Yapılandırma, Vergi İndirimi Çare Değil
Son iki senedir ülke gündeminden inmeyen konuların başında “tarım” geliyor. Kendimizi neredeyse her gün tarım ve gıda ürünleri ile ilgili başka bir tartışma içerisinde buluyoruz.
Gıda ürünleri enflasyonu son yirmi yılın zirvesinde, gübre fiyatlarında son bir buçuk yılda yaşanan artış %300 ve mazot elektrik gibi diğer temel girdilerde de yıllık maliyet artışı yüzde yüzün altında değil. Birçok tarım ürünü ve gıdayı ithal ediyoruz. Tarımsal sulamada kullanılan “ithal girdi” enerjinin %25-30 unu, içmeye bulamadığımız suyun da yarısını israf ediyoruz. Sanayiyi geliştirmek uğruna tarım alanlarımızın niteliği bozuluyor, azalıyor. Borç batağına saplanan çiftçi üretimi bırakıp kırsaldan kente göç ediyor, işsizler ordusuna katılıyor. Bu tablo altında da gıda fiyatlarını indirebilmek için depo, market denetimleri, vergi indirimleri, borç erteleme ve yapılandırma gibi sonuç odaklı tedbirlerle (tabiri caizse ateşin nedenini araştırmadan aspirin tedavisi ile hastayı kurtarmaya çalışmak gibi) çözüm arıyoruz.
Ne kadar başarılı olduğumuz da ortada... Artık başka bir yol izlenmesi şart.
Tarım basit anlamda, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanması gibi faaliyetleri içeren bir bilim dalı olarak tarif edilebilir (Yazı boyunca; “ürün”, “üretim” gibi kelimeler hem bitkisel hem de hayvansal ürün ve üretimler için kullanılmıştır).
Ülkemizde cumhuriyetin ilk yıllarında, “Köylü Milletin Efendisidir” deyişinde de gözlemlenebilen devletçi tarım politikaları uygulanmış, 1950’den itibaren liberal politikalara dönülmüş, 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile tarımdaki devlet destekleri azaltılmış, 1999-2000 yıllarında yaşanan ekonomik kriz döneminde destekleme alımları da kaldırılmış ve ülkemiz tarım ürünleri ithalatı yapan bir ülke haline gelmiştir.
Cumhuriyetin ilk döneminde kendi içinde tutarlı ve bütüncül bir yapıya sahip olan tarım politikalarına özellikle 1950’den sonra ülkenin kalkınma planları içinde aynı yaklaşımla yer verilmemiş, tarıma ayrılan kaynaklar ekonomi için adeta bir külfet olarak görülmüş ve bu dönemde tarım ekosisteminin karşılaştığı sorunlar kısa vadeli, birbirinden kopuk, günlük koşullar çerçevesinde belirlenen geçici, geçiştirici müdahaleler/önlemlerle “çözülmeye” çalışılmıştır.
Ancak her kriz döneminde olduğu gibi, son iki senedir karşı karşıya olduğumuz pandemi ve etkilerini daha yakından hissettiğimiz iklim değişikliği koşulları günümüzde tarımı bir kez daha ülke gündeminin ilk maddeleri arasına taşımıştır.
Bugün gelişmiş veya gelişmekte olan her ülkenin sürdürülebilir bir kalkınma için;
- Gıda güvenliği,
- İklim değişikliğine uyum,
- Ekonomik ve sosyal gelişim
konularında stratejiler (planlar bütünü) ve bu stratejiler ile hedeflenen sonuçlara ulaşmak için bütüncül politikalar ve eylemler belirlemiş olması zorunludur. En iyi strateji ülkelerin kalkınmışlık düzeylerine, kültürel birikimlerine, kısaca güçlü ve zayıf yönlerine ve sonuç olarak karar vericilerin siyasi tercihlerine göre değişiklik gösterebilir. Ancak sürdürülebilir bir kalkınma/gelişme için belirlenecek stratejiler ne olursa olsun en önemli bileşenlerinden biri de her durumda tarım olmalıdır.
Tarım çok katmanlı, çok paydaşlı bir yapıya sahiptir. Bu özelliği gereği; tarım, sanayi, enerji, ekonomi, çevre ve şehircilik, iklim değişikliğine uyum gibi konularda, birbirleri ile uyumlu ve bütüncül politikalar izlenmediği takdirde ne tarımda ne de bu sayılan diğer alanlarda gelişme mümkün olamamaktadır.
Konuyu dağıtmamak adına bu yazıda sadece tarım politikalarına odaklanarak, aslında her biri ayrı bir çalışma konusu olabilecek bu politikaları aşağıda özetlemeye çalışalım.
POLİTİKALAR
|
EYLEMLER |
Mevcut Durum tespiti |
|
Sürdürülebilir Toprak ve Su Yönetimi |
|
Sürdürülebilir Tarımsal Üretim |
|
Verimin Artırılması
|
|
Erişilebilir Finansman
|
|
İzlenebilirlik |
|
Yeniden Yapılanma
|
|
Yukarıdaki tablodan da görülebileceği gibi tarım politikalarında dahi birçok politika ve eylem ortak kümeye sahiptir, birbirini tamamlamaktadır. Tarımdaki kronik sorunların çözümü için yukarıda örneklenen politikalarının büyük resimde de sanayi, enerji, ekonomi ve iklim değişikliğine uyum politikaları ile bütünleşmiş ve sonuca değil, nedene odaklı politikalar olması zorunludur.
Sanayi ülkesi olacağız diye tarımı küçültmek, yenilenebilir yeşil temiz enerji üreterek enerji arzını artıracağız diye tarım ve orman alanlarının tahribine yol açmak, tarımsal üretimin yaklaşık dörtte üçünü yapan küçük üreticinin sorunlarını göz ardı ederek, verimi artırmak için çözümü büyük ölçekli şirketlerin üretimini desteklemekte aramak, gıda güvenliğini sağlayabilmek için çiftçiyi destekleyerek üretimi artırmak yerine tarım ve gıda ürünlerini ithal etmek, sulamada kullanılan suyun %50’si yanlış altyapı ve yanlış sulama yöntemleri nedeniyle israf edilirken, israfı önlemeye değil yeni baraj inşaatlarına kaynak ayırmak, para kazanamadığı için üretimden vaz geçme noktasına gelen çiftçinin sorunlarının kaynağına değil, sonuca odaklanarak borçlarını ertelemek ne tarımda, ne enerji alanında, ne iklim değişikliğine uyum sağlanmasında ne de bir çok ekonomik ve sosyal konulardaki sorunlarımızı bugüne kadar çözememiştir, çözmesi de mümkün değildir.
Aslında doğru stratejiler ve siyasi kaygılardan arındırılmış, hükümet değil, devlet politikası haline gelmiş, uzun vadeli bütüncül politikalar ve bunları hayata geçirmek üzere yeniden yapılandırılmış kamu, özel sektör, üniversite organizasyonları çözüm için yeterlidir. Zor olan, uygun stratejilerin belirlenmesi ve sürecin bir sistem mühendisliği anlayışıyla yönetilmesidir. Diğer bir deyişle, ihtiyacımız olan zihniyet değişikliğidir. Zaten ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de toplumun ve karar vericilerin anlayışlarına, zihniyetlerine bağlı değil mi…
Kaynakça
- https://www.pexels.com/