Değer Bağlamında İnsan

Değer Bağlamında İnsan

A+ A-

İnsanın Değeri

İnsan ve Değerleri

İnsan Hayatının Değeri

 

Bu üç kavram alanı birbirini belirleyen, sınırlandıran, biçimlendiren alanlar olmakla birlikte birbirlerinden bağımsız olan etki alanları da vardır.

İnsanın Değeri; öznesi doğrudan doğruya tür olarak insandır. İnsan türünün, evrendeki diğer canlı türleri arasındaki yerini – konumunu belirlemek üzere yapılan tartışmaların olduğu bir alandır. “Tüm canlı türleri içinde en üstün –en değerli– varlık insan mıdır?” ve hemen peşinden: “İnsanı değerli kılan şey nedir?” soruları insanın değerini belirlemek üzere sorgulanır. Ancak en dış halkada yer alan insan türünden, iç halkalara doğru düşünme alanımızı yönlendirirsek eğer; toplumlar arası, aynı toplum içindeki insanlar, aile ve tek kişi olmak üzere en küçük birim de dâhil olmak üzere insan – insan ilişkilerinde “insanın değeri”nden söz etmek mümkündür.

İnsanı insan yapan ve onu insan olması bakımından diğer canlı türlerinden ayıran şeyin; yani insanın kendinde değerinin ne olduğu, insan felsefesinin tartışageldiği sorunların başında gelir. Buna verilen cevaplar ise; teolojik, materyalist, biyolojik, antropolojik, hümanist bakış açıları ile temellendirilmeye çalışılmıştır filozoflar tarafından. Bu problemlerin sistematik olarak ele alınması 20.yy’da karşımıza çıkar. Felsefenin insanı kendine bir düşünme konusu yapmasının çok geç olduğu düşünülebilir. Ancak nasıl ki tekerlek icat olmadan otomobil yapılamazsa felsefenin de insanı kendine düşünme konusu yapmasının düşünsel bir olgunluğa erişmesi gerekmiştir. Bir problem alanı olarak bu noktaya gelinmesinde, birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan bilim ve felsefenin iç içe olduğu ilk çağlarda, insan düşünmesini doğaya ve onun yasalarına yöneltmiştir. Sonrasında elde ettiği bilgilerin doğruluğu ve geçerliği üzerine kafa yormuştur. Bilginin güvenirliği ya da geçerliği problemi aklın gücü ile ilgili düşünmeye yol açmıştır. Bilim geliştikçe, insan ve hayvan arasındaki gen haritalarında ya da insanla hayvan arasındaki düşünme biçimlerinde, öğrenmelerinde çok önemli benzerlikler olması insan özünün ne olduğuna ilişkin felsefi sorgulamayı, insanın toplumla olan ilişkisine ya da insanın sahip olduğu değerlere yönlendirmiştir. Konunun çerçevesini daraltmak açısından, insanın değerini iki temel anlamda ele alırsak; birincisi tür olarak insanın diğer canlı türlerinden üstün olduğu, ikincisi ise insanın insandan üstün olduğu kabullerinden hareketle insanın değerini ortaya koyan bakış açıları.

 

Birincisinde; günümüzde eleştirilen tüm sistemler (emperyalizm, kapitalizm, materalizm vb.) açısından ilk insandan bugüne, insanın evreni algılamasına ilişkin temel bir bakış açısı farklılığı var: evrenin canlı bir varlık olduğu düşüncesinden evrenin mekanik bir düzen olduğu düşüncesine evrilmesi. Bu bakış açısındaki farklılığın görünür hali ya da sonucu nedir diye somut örneklerine bakacak olursak; evrenin canlı olduğu fikrinin günümüzdeki ilkel kabilelerde bir düşünce olarak hala yaşadığını görmek mümkün: onlar sahip oldukları nehirleri kapitalist düzenin fabrikalarına, barajlarına kaptırmamak için mücadele ediyorlar. Dağlara, ağaçlara isimler veriyorlar, onlarla telepati yoluyla iletişim kurduklarından bahsediyorlar. İnsan bu bakış açısı ışığında evrenin bir parçası olduğunun bilinci içinde onunla uyum içinde yaşamak şeklinde kendi yaşamına bir değer biçiyor. Evrenin mekanik bir yapısı olduğu düşüncesi ise; kurulan dünya düzeninde insanın evrendeki her varlıktan üstün olduğu fikrinin benimsenmesine yol açıyor ve böylece insan, en kuvvetli olarak kendini ekonomik gücün hakim olduğu değerlerle ölçülen bir sistemin içinde buluyor.  

 

İkincisinde; ekonomik gücün, değerleri kuvvetle belirlediği tam bu noktada ortaya çıkan, insanın insana üstü olduğu: dünya lideri ülke, medeniyetin beşiği, 3.dünya ülkesi, gelişmekte olan ülkeler vb….. Mesele insanın insana üstünlüğü olunca bu sefer perspektif daha da genişliyor: Mavi kan soyundan gelen insanlar, toprak sahibi olanların soyundan gelen insanlar, tanrının bir parçası olarak temiz kalpli olanların soyundan gelen insanlar, beyaz ırkın soyundan gelen insanlar gibi dünyada çok farklı gerekçelere dayandırılarak insanın insandan üstün olduğu bir değer sisteminin içinde buluyor insan kendini.

 

Düşünsel bir deney olarak: “Dünya üzerinde tek bir insan kalacak olsaydı ahlak, ego, mülkiyet gibi kavramlar yine de ortaya çıkar mıydı?” ya da benzeri sorular, insanın tek birey olarak değerinin ne olduğu ya da olması gerektiğine ilişkin düşünme sorumluluğumuzu hatırlatıyor bize. Felsefenin ne işe yaradığı sorusu; bu alanla hiç karşılaşmamış, bu konuda hiç kafa yormamış kişiler için, felsefeyle ilk tanışmalarında merak ettikleri bir soru olarak her zaman karşılaştığımız bir durumdur. Kişisel kanaatime göre de felsefenin en temel işlevi insanı “insan” yapma çabasıdır. İnsanın değeri problemi tüm soruları aşan, onları içine alan en temel sorun içerisinde harmanlanıyor: “İnsanın ölüm karşısındaki varlığı” gerçeği. Böylece insanın, bu gerçeklik karşısında gösterdiği tüm çabalarını temellendirme zorunluluğu. İnsanın yapıp etmelerinin, erdemler açısından, kendini en olgun hale getirmek için çabalaması bilinci.

 

İnsan ve Değerleri; İnsan, diğer canlılardan farklı olarak yaşamak için gereken tüm değerleri kendisi inşa etmek zorundadır. İnsan inşa ettiği değerlerle önce kendini, sonra çevresini ve en nihayetinde de içinde yaşadığı toplumu biçimlendirmektedir.

Hiçbir değerin olmadığı bir dünyada eylemlerin bir anlamı da olmayacaktır. Bireyin değer mekanizması yoksa doğayı, evreni hatta diğer insanları da tüketim kaynağı olarak görmesi olasıdır.

İnsanın değerleri onun varlığını gerçekleştirmesine yarayan tüm imkânlardır. Örneğin, çalışması, düşünmesi, bilim ve sanat yapması vb. tüm bu değerler insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran niteliklerdir. Değerler, yaşantı yoluyla gerçekleşen insan fenomenleridir. Olayların ya da şeylerin değerini belirleyen insana kazandırdıkları ve hissettirdikleridir. Bir duygu olarak, insanın hak ettiğini düşündüğü karşılığı alma talebi en yüksek değer olan adalet erdeminde yerini bulur. Bir işte bir ay boyunca dürüstçe çalışmış bir insan çalışmasının karşılığı olan ücreti talep eder. Çocuğuna yıllarca emek veren anne baba çocuğunun hayatta hak ettiğini düşündüğü işte çalışmasını talep eder. Sevgisini verdiğini düşünen kişi karşılığı olan fedakarlığı, desteği talep eder. Bu talepler doğal olarak insanların sadece kendi yapıp etmeleri ile ilgili değil başka insanların yapıp etmelerinden doğan değerler doğrultusunda hem evrensel hem de bireysel bir değerler ölçeği oluşmasına yol açar. Yalan söylememek bir değer ise, herhangi bir koşula bağlı olarak doğru söylemek değerini yitirir. Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar insanın kendi çıkarları için doğru sözün önemini yitirdiğinin en güzel anlatımıdır.

Toplumdaki tüm değerlerin birbiri ile ilişkisi vardır. Bu durumda kişi olmak bir üst değer, bir tür ideal olmaktadır. İnsana düşen görev ise değerleri, durumlara göre kendi çıkarlarımız doğrultusunda çarpıtmadan, kendi değerimizi oluşturmak adına sırf değerlerin kendileri için istemektir. Başka hiçbir şey için değil sırf yalan söylemek kötü olduğu için yalan söylememek.

 

İnsan hayatının değeri; her insan tektir. Biriciktir. Burada insanın yapıp etmeleri ile onun hayatının farkını anlamak gerekir. Bir insan çok kötü eylemlerde bulunabilir. Burada kastettiğim insanların yapıp etmeleri değil insan hayatının biricikliğidir. Örneğin idam konusunda insanların içine düştüğü yanılgının bu olduğunu düşünüyorum. “Şu suçu işlemişse, şöyle yapmışsa idamı hak ediyor” diye düşünülmesinin temelinde bu değere sahip olmama ya da bu değerin farkında olmama yatmaktadır. İnsanın varlık ve tek birey olarak değerli olduğunu düşünüyorsak şu veya bu nedenle onun ölünü istiyor olmak bir çelişkidir. İnsanlığa, insanlara ve tek birey olarak kendimize düşen görev insanların değerlerini azaltan durumları, eylemleri, düşünceleri ortadan kaldırmak için gerekli çabayı göstermektir. Bu sonuçlara yol açan olumsuzluklarla mücadele etmektir. Şu veya bu nedenle bir insanın ölümünü istemek buna neden olan sebepleri ortadan kaldırmaz.

Göreceli olarak çok kısa olan insan hayatı, o hayata kattığımız doğrularla değerlenir. Bu yüzden kültürlü olmak, bilgili olmak, okumak, okuduğunu anlamak, doğru değerlendirme yapmak bizi kişi olarak geliştirecek, ilerlememizi sağlayacak, içinde olduğumuz körlüklerden bizi kurtaracak yegâne yoldur. Kendi hayatımızın değerini anlamamızın tek ve en doğru yolu, insan hayatına ilişkin bilgiler ışığında muhakeme yapma ve kendi doğrularımızı olgunluğa eriştirmekten geçer.

Kürtaj, öjeni, katliam, soykırım, organ mafyası……… çoğaltılabilecek bu örnekler insan hayatının değerine doğrudan bir müdaheledir. Ancak bu noktada ötenazi belki başka bir statüde değerlendirilebilir. Tarifi mümkün olmayan acılar çeken ve tıbben tedavisi şu an için olmayan bir insanın devlet aracılığıyla kendi hayatına son verme isteği –bu duruma rağmen kimilerince olmasa da – insan hayatını değersiz kılan bir eylem olarak değerlendirilmeyebilir.

 

Tüm okurlara saygılarımla………………….

 

 

 

Başarılı biri olmaya değil, değerli biri olmaya çalışın. Başarı egoya yakındır. Sevgi değere yakındır.

Albert Einstein

 

Günümüz insanı, her şeyin fiyatını biliyor; ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor.

Oscar Wilde

 

Hayatımıza giren herkes değerlidir; ama herkes özel değildir. Saygı hepsine, sevgi layık olana verilir.

Erich Fromm

05-12-2024
Nurcan Ünal

Nurcan Ünal

Felsefe

Hacetttepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesinden felsefe öğretmeni olarak emekli oldum. Öğretmenler olarak kurmuş olduğumuz Felsefeciler Derneğinde felsefe ders müfredatları, felsefe grubu ders kitapları, ders materyalleri gibi konularda inceleme ve değerlendirme çalışmalarında bulundum. Okuyanbilir adı altında öğretmenlerden oluşan bir kitap ve film değerlendirme grubu ile halen etkin okumalar yapmaktayım.

unalnurcan70@gmail.com