
İHTİYAÇLAR FAKÜLTESİ
Sorgulanan hayatlar, körelmiş düşünceler yıpratıcı mücadelelerle başlayan kıyaslamalar… Yaşamın tam ortasında, anın gerisindeyiz.
Fakir kelimesinin sizler için anlamı nedir? Hepimizin bildiği gibi bu kelimenin asıl özü, maddiyatı zayıf, alım gücü zor olan insanlar topluluğunu ifade eder. Fakat bilinmesi gereken bir gerçek var ki, günümüz toplumunda bu anlam oldukça farklı durumlarda ve koşullarda ifade edilmeye, yok olanı var etmeye odaklandı. Böylesi bir ortamda fakir insanların alım gücünün olmadığı gerçeği ile yüzleşebilen kaç insan kaldı? Kaç insan maddiyatının olmadığını görebiliyor. Söylemlerimizin sorumluluğunu kabul edip, toplumda yaşamlarını idame ettirmeye çalışan binlerce insan var olmaya başladı. Evet, binlerce fakirden bahsediyorum hem de elinin altında her imkana sahip olan, sahip olduklarına karşıda kendisine ve kendisinden sonraki nesilleri etkileyecek bir sorumsuzluğun ortasında yaşamaya ve yaşatmaya çalışan insanlar kitlesi…
Bir insan neden her şeyin bir fazlasını ister?
Doğa kanunları gereğince, canlının en temel hakkı yaşamaktır. Yaşayış atmosferinde en temel ihtiyaçlar ise bir elin beş parmağını geçmeyecektir. Temel ihtiyaçların bile zor karşılandığı bu dönem içerisinde soğuk çatışma kaçınılmazdı. Soğuk çatışma nesiller arası uçurum farkları, adaptasyon, koşullara karşı direniş, yanlış yönlendirilmelerle beraber, çatışma içerisinde ilerlemeye, ilerlenen zaman içerisinde geçilen durumlara karşı görmezden gelme, ciddiyetle alakadar olamama gibi sorunlar peşin sıra geldi. Hepsinin toplamı eşittir; sosyal medya, benim tabirimce “yeni nesil medyası” yavaş yavaş ama bir o kadarda hızlı ve kıvrımlı ataklarla hayatımızın tam merkezinde yer almayı başardı. Kişi kendi benliğini, özünü, duygularını kendisi adına değil, kendi ülkesinde onunla aynı koşullarda hayatı olmayan insanlarla, hayatını kıyaslamasıyla başladı. İnsanların bir birey olduğunu, duygularının olabileceğini, davranışlarının sorumluluğunu unuttuğu kişiler silsilesi haline gelindi. Azınlık grubun var olan grubu etkilemesinin acı bir gerçeğidir yeni nesil medyası. Eğlence ve mizah anlayışının altında yatan dayatmalar bilinçaltını etkisi altına almasıyla yediden yetmişe toplumdaki insanları ihtiyaçlar evreninin büyülü lunaparkıyla bir araya getirdi.
Kendisini ve çevresini olduğu gibi kabul etmek yerine olanakların sınırlarını zorlayarak kendisini bataklığın içine çekmeye devam ediyorlar. Bu durum düşünme becerilerinin zayıflamasına, kendini bilmezliğin verdiği yersiz özgüvene ve dahası koca bir yalan balonu içinde yaşamaya mahkûm bireyler haline getiriyor. Beraberinde getirdiği stres ve kaygı bozukluğu sadece kendisinin ruh sağlığını değil onun hırsları uğruna elde edemediği materyaller yüzünden en yakınıyla bile uzaklaşmasına neden olmaktadır. Tüketim toplumu haline geldiğimiz bu düzende geçmişten günümüze uzanan kıtlık bilinci aslında bizleri dönüşüme ve temel ihtiyaçlar dışında bizlerin gereksiz alışveriş yapılmaması gerektiğinin bilincini bırakmış olsa da artık değişen ve gelişen dünya nüfusundan geri kalmamak adına yapılan farklı çıkarımlar, tüketim toplumunun oluşumuna ön ayak olmuştur.
İhtiyaçlar mı yoksa zevk için mi diye sormayı doğru bulmuyorum çünkü ihtiyaç dışında alınan manevi açıdan seni tatmin edecek duyguları yaşamak herkesin hakkı olacak elbette lakin benim yakarışım yarışma hırsının insanda yarattığı maddi ve manevi sağlıksız bilinç içerisinde davranışlar sergileniyor olmasıdır.
Tam bu noktada elindekinin daha fazlasını isteyen beğenilme, onura edilme duygusunu yaşayarak eksiklerini tamamladığını zanneden doyumsuz fakirler haline gelmiş bireyler topluluğudur. Gelinen bu noktada çocukların istek ve arzularındaki değişimler, onlar için en mükemmeliyetçi haliyle insan önüne çıkmayı tabiri caizse “hava atmayı” amaçlıyor. Bizler realist düşünmekten uzaklaşıp hayatın toz pembe olduğunu çocuklarına aşılayan bireyler haline gelmeyi, yalan fanusunun içinde büyütmeyi hayal etmedik. Bu ülkenin her bir ferdi sorumluluk altındadır. Bilmeliyiz ki bu yaşamaya çalıştığımız hayat ütopik bir gezegen değil. Olduklarımızla, olabileceklerimizle kendi benliğimizi bilmeli, farkına varmalı, sevmeli ve yaşatmalıyız. Duyulan ve görülen her bir cümleyi doğrularımız ve yanlışlarımızı değerlendirmeli, medyanın bize dayattığı olumsuz öğeleri benimsemeyi bırakarak, vicdan muhasebesi yapmalıyız.
Gerçekten ihtiyaç mı? Yoksa indirimlerden bindirim kuponlarının sana sunduğu cazibeli davranışın sende yarattığı “Onda var, bende de olsun” havası mı?
Unutmayalım hiçbir konunun yapısında tek bir sebep bulmak mümkün olmadığı gibi derin yapı taşlarını içinde barındırmaktadır.