Işık Kadar Derin, Gölge Kadar Aydınlık

Işık Kadar Derin, Gölge Kadar Aydınlık

A+ A-

Sonsuz bir evren… Gizemi şu anda yapılan birçok bilimsel çalışmaya rağmen tam olarak çözülememiş belirsiz büyüklükte bir alan… Gölge ve Işık, evrendeki bu sonsuz boşlukta süzülüyor. Zaman kavramı burada geçerli değil, tek bildikleri şey, her şeyin sessizliğe büründüğü zamansız ve mekânsız bir alemde karşı karşıya oldukları.

Birbirlerinden oldukça farklı olduklarını fark ettiler hiç konuşmadan. Gölge gizemli karakterinden ödün vermek istemiyor; Işık ise bir şeyleri anlamlandırma aşkı uğruna Gölge’ ye çekiliyordu. Biraz sonra Gölge evrenin karanlık noktalarına hareket etmek istedi, çünkü orada kendi halinde, içindeki sırlar ile baş başa ve ucu bucağı olmayan hayalleriyle kalabilecekti. Belki de rahatsız oldu buradan, ondan gözünü ayırmak istemeyen Işık’ tan. Hem Işık onunla konuşmaya başlasa bile kısa süre içinde sıkılacaktı. Onun içindekileri anlatabilmesi, ortaya dökebilmesi çeşitli yollarla mevcuttu, evet, istese birçok farklı şekilde kendini ifade edebilirdi. Ama karşısındaki bu kendinden emin şey, ne kadarını anlayabilirdi? Bakmasını ve görmesini bilecek miydi; hassas, var olan tüm duygularının kapısını aralayabilecek kadar cesaretli, kendi benliğiyle birlikte anlamlar yükleyebilecek kadar derin.

Uzaklaştıkça uzaklaştı. Sanki tüm evren onun için işbirliği yapıyor, önünü açıyor, belki de görmezden geliyordu. Peşinde hep bir karanlık bırakıyor, bu karanlığın ardından ise bir ışık huzmesi yayılıyordu. Işık, bazen çok güçlü biçimde karanlığı dağıtmayı başardığını düşünürken, bazen yetersiz kalıyordu. Sonunda durdular ardı sıra. Işık artık tutamadı içindeki merak tufanını: “Bu karanlığının sebebi ne? “ Işık’ ın sorusu bu evrende yankılandı, ama Gölge hemen cevap vermekte tereddüt ediyordu. Sonunda fısıldar gibi konuşmaya başladı: “Bu karanlık, sırlarla dolu çünkü insanlar bazı şeylerin gizli kalmasını ister. Tüm cevapları bulmak, belki her ışığı yakmak değildir hayatın amacı.”

Işık uzunca baktı Gölge’ ye. Nerden bakarsa baksın bilme arzusu kabarıyordu ancak bu ‘bazı soruların bir cevabının olmadığını öğrenmek ya da bazı cevapları bulamamayı öğrenmek’ ile ilgiliydi. Sonuçta yine bir şeyler öğrenecekti, kendisi her ne kadar böylesine bir deneyim yaşayacağını tahmin etmese de. Devam etti Işık yine bir soruyla: “Seni ve bu karanlığı daha yakından görmek istersem? Anlayabilir miyim?” Gölge başını kaldırdı, onun gözlerinin içindeki yoğun, aydınlık ateşi fark etti. Bir an için o arzusunun kaybolmayacağını biliyordu; ama yine de Işık’ın gözlerine derin bir bakışla karşılık verdi. “Anlamak için,” dedi yavaşça, “Önce ışığını kısmalısın. Bazen gözlerinle değil, sadece hislerinle görebilirsin karanlığın gerçek yüzünü.” Ardından yavaşça Işık’ tan uzaklaşmaya başladı, ardında her zamankinden daha derin, daha koyu bir gölge bırakarak. O an, ışığının da anlam bulduğu yerin tam olarak bu bilinmeyen alan olduğunu fark etti ve Gölge’ nin ardından, belki de onu daha iyi anlamak için, kendi ışığını biraz kıstı. Karanlık ve aydınlık, zıt görünseler bile birbirleri olmadan eksik ve anlamını yitirmiş olacaktı. Gölge devam etti yolculuğuna peşinde de Işık olabildiğince ışığını kısmış ve hiç olmadığı kadar kendini tuhaf hissederek.

Şimdi de önlerinde beliren sonsuz bir yansıma görüyordu. Kendi ışığı ve Gölge’ nin oluşturduğu bu imgeler, evrenin boşluğunda titreyen küçük anı kırıntılarına benziyordu. Ve o anda, aralarındaki sessizlikte bir şey değişti; sanki tüm evren kendi üzerinde kapanıyor, içe doğru çekiliyordu. Sanki evrende bir hareketlenme oluyor, bir şeyler değişiyordu. Sanki koskoca evren bir kalbin atışına çekiliyor, varoluşun sınırları içe kapanıyordu. Bir anda, Işık ve Gölge birbirlerine döndüler; çünkü artık biliyorlardı. Bu evren, hayal ettiklerinden çok daha küçük ama çok daha derin bir yerdi. Bir arayışın evreni… Belki de bir yanılgının… Gölge, Işık’a dönüp son bir kez baktı: “Biz, senin en eski sırlarının yankısıyız,” dedi. “Ve sen olmadan, biz de yokuz.” O anda ikisi de bir oldu; sınırlar kayboldu, sonsuz boşluk yok oldu. Tek kalan, o içsel evrenin derin sessizliğinde yankılanan bir fısıltıydı:

“Arayış, kendinedir…”

 

14-11-2024
Ebru Şireci

Ebru Şireci

Edebiyat

Ebru Şireci Malatya doğumlu. Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümünü okudu. Yaptığı her işte tek motivasyonu "istek." Çok yönlü biri olarak üniversite hayatı boyunca bilim alanında çalışmalar yapmaktan zevk aldığı kadar sanatsal anlamda kendi çapında yazılar yazmaktan da zevk alıyor. Metaforlarla anlatmayı, görünmeyeni hissettirmeyi seviyor. Yazmak onun için sadece bir ifade biçimi değil, varoluşu anlamlandırma yolu.

ebruu.sireci@gmail.com

www.linkedin.com/in/ebruu-sireci/