Geride Kalanlar

Geride Kalanlar

A+ A-

            Ne kadar zaman geçti üzerinden? Çocukken sokakta koşup oynadığımız, akşam ezanı ile eve girdiğimiz günlerin üzerinden ne kadar geçti? Anne çıksana şu pencereye yine, geç oldu diye çağırsana beni eve. Ama eve girdiğimde babamı da koltukta televizyon izlerken bulayım olur mu? Anne gelsene, ben sensiz yapamıyorum. Ergene Çıkmazı… Çocukken koşup oynadığım o sokak. Adımlarım neden bu kadar yavaş? Koşsana! Bak orada çocukluğun işte. Koş, tut elinden! Giden her şey gibi o da geri gelmeyecek. Önümdeki eve doğru ilerledim. İki katlı bu evde büyüdüm. Hayatımın en güzel günleriydi, mutluydum çünkü sevdiğim herkes aynı evin içindeydi. Şimdi o kadar zor bir ihtimal ki bu. Evin kapısını aralayıp içeriye girdiğimde her şey gözümde canlanıyordu. İleride bahçeye çıkan merdivene çöktüm. Bu bahçe her şeye şahitti. Mutluluğumuza, hüznümüze, yaşadığımız kayıplara…Dizlerimi kendime çekip başımı yasladım. Sabahtan beri dilimde dolanıp duran o türküyü mırıldandım.

‘‘Şu garip halimden bilen şiveli nazlım, göğnüm hep seni arıyor, neredesin sen? Datlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm. Göğnüm hep seni arıyor, neredesin sen?”

Girişten gelen gıcırtılar ile toparlanıp gözümdeki yaşları sildim. Ayağa kalkıp girişe doğru ilerledim.

‘‘Buyurun?’’ Kapının önünde karşılaştığım altmışlarının sonunda yaşlı bir teyze bir eli kapıda bana bakıyordu.

‘‘Hayırdır kızım birine mi bakmıştın?’’

‘‘Ev sahibinin kızıyım ben teyzecim, eve bakıyordum.’’

‘‘Elif sen misin?’’

Geçmişten tanıdık bir ses duyarsınız da her şey birkaç saniyeliğine durur ya hani. Öyle bir an yaşandı.

‘‘Şeker teyze?’’

‘‘Evet, evet benim kızım. Hayırdır seni hangi rüzgar attı buraya?’’ Kenarda duran bahçe masasına oturdu. Karşı sandalyeyi işaret edince kapıyı çekip bende oturdum. Üzerimizdeki erik ağacı gölge yaptığı için güneş tam bize vurmuyordu. Hafif akşam serinliği vardı. Gerçi burası günün her vakti böyleydi ya.

‘‘Annemi kaybettikten sonra gelip bakamamıştım hiç evin durumuna. Birkaç günlüğüne İstanbul’a gelme şansım olunca uğramak istedim. Yarı yılda tayin durumu olabilir, ev aramak yerine burada kalmayı düşünüyorum.’’ dedim durumu kısaca özetleyerek.

‘‘İyi yaptın kızım, iyi yaptın. Buralar seni hep bekliyordu zaten. Ev de öyle... Annenden sonra kimse buraya yerleşmedi, hep boş kaldı. Sanki seni bekler gibi.’’ Şeker teyze, derin bir nefes alıp bir an sessizliğe gömüldü. Gözleri boşluğa daldı, bir süre aramızda kısa bir sessizlik oldu.

            ‘‘Ah Elif... Annenden sonra seni hiç göremedik. Oysa ne çok severdik seni. Mahalleli de seni konuşuyordu geçenlerde, ‘Bir gün gelir mi acaba?’ diye. Bak, geldin işte. Ama zaman, zaman çok acımasız Elif.’’ Gözlerinden bir damla yaş düştü buruşmuş ellerine.

            ‘‘Geldim ben döndüm geldim. Ama ne değişir ki annem yok artık. O günlerin üstünden çok zaman geçti. Çocukken bu mahalle bile o kadar başkaydı ki. Her şey rengini kaybetmiş gibi.’’ Şeker teyze gülümsedi, ama gülümsemesinde bir hüzün vardı.

‘‘Ah kızım, insan çocukken her şeyi öyle görür. Çiçekler daha renkli, gökyüzü daha mavi, hayat daha masum gelir. Ama burası aslında hep aynı. Değişen sensin.’’ dedi masanın üstündeki ellerimi tutarken. Gözlerim bahçeyi taradı. Evin köşesindeki salıncağa takıldı gözüm; paslanmıştı, ipleri aşınmıştı, ama yerindeydi. İçimde garip bir hisle yerimden kalktım. Şeker teyze gözlerini üzerimden ayırmadan sessizce beni izliyordu. Salıncağa yaklaşıp elimi üzerine koydum. Küçükken üzerinde saatlerce sallandığım salıncak...

‘‘Hâlâ yerinde,’’ dedim kendi kendime.

Şeker teyze arkamdan seslendi, ‘‘Bazı şeyler hep yerinde kalır kızım. Ama onları bulmak için geri dönmek gerekir.’’

Bu sözler, içimdeki sessizliği kıran bir fısıltı gibi geldi. Şeker teyze ile göz göze geldik. Onun da gözlerinde yılların ağırlığı vardı.

‘‘Hayat gerçekten bizi böyle değiştiriyor mu? Yoksa biz mi her şeyi bırakıp gidiyoruz?’’

‘‘Kızım,’’ dedi gülümseyerek, ‘‘Hayat dediğin bazen bırakıp gitmektir, bazen de geri dönüp unuttuklarını hatırlamaktır.’’

O an anladım ki ben buraya yalnızca eski bir evin kapısını açmaya değil, içimdeki hatıraların tozunu alıp geçmişimle yüzleşmeye gelmiştim. Belki her şeyi geri getiremezdim, ama içimdeki küçük Elif’i geçmişi ile barıştırabilirdim. Hava kararmaya yakın evin camlarını kapatıp evden çıktım. Tam kapıyı kitlerken arkamda bir ses duydum:

‘‘Bu sefer salıncak sırası ilk benim olsun mu? Söz yavaş sallayacağım seni.’’ Donup kaldım. Sesin sahibini görmeye cesaret edemedim bir an. Kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Yavaşça arkamı döndüğümde, karşımda Ahmet’i gördüm.

‘‘Ahmet...’’ dedim, neredeyse fısıldar gibi. Duymuştu. Ben konuşmasam bile duyardı, anlardı o beni. Çocukluğumdan geriye kalan en belirgin izdi o; tıpkı zamanın bir şekilde silmediği, her an hatırlanan bir anı gibi.

Gülümsedi. Hafif, eski bir dost gibi, ama içinde derin bir şey taşıyan bir gülümseme. ‘‘Biliyordum,’’ dedi. ‘‘Bir gün döneceğini biliyordum. Herkes çok zaman geçti, gelmez o daha dediklerinde bile inanmadım. Elif gelir, yine salıncak sırasını kapar demiştim.’’ Gülümsedik ikimizde anlaşmış gibi. İki eski dost karşı karşıyaydı yıllar sonra. Çocukluğumuz ilerideki duvarın üstünde oturmuş bize gülüyordu sanki. Ellerinin arasında tuttuğu siyah metal kutuyu hatırladım. Annem vefat ettikten sonra babam bizi toplayıp buralardan gitmeden önce gömmüştük salıncağın altına. Küçükken yazdığımız mektuplar, birbirimize verdiğimiz sözler... Hepsi zamanla toprakla buluşmuş, ama hâlâ o kutunun içinde canlı kalmıştı. Gömmek, kaybetmek değilmiş aslında; sadece bir bekleyişmiş. Onlar o metal kutunun içinde bizi beklemişti. Kutuyu salladı. İçindeki tıngırtı derin bir iç çekmeme sebep oldu. Gözümden bir damla yaş süzüldü.

‘‘Geldim, bekleyen sen miydin bilmiyordum ama geldim. Çocukluğum burada benim ne kadar kaçmaya çalışsam da gidemedim.’’ dedim. Kutuyu bana uzattı. Kapağını araladım. İçinde iki tane sararmış kağıt vardı. Birini alıp araladım. Elimdeki kutuyu aldığında yazdığımız cümlelere odaklandım.

‘‘Bir gün geri döneceğiz, her şey eski haline dönecek.’’ İçinde olduğumuz duruma uygun en belirgin bu cümleydi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Okumaya devam ettim.

‘‘Gidiyoruz biz, ama geri döndüğümüzde bu salıncakta buluşalım. Yine sıra benim olur mu Ahmet? Yıkılmasın bu salıncak, eskimesin. Kimse dokunmasın çocukluğumuza, izin verme olur mu? Gidiyoruz ama geleceğim. Çocukluğuma, salıncağa ve sana geri geleceğim.’’

Geldim, geri geldim. Zaman geçmişti ve biz büyümüştük. Ahmet burada karşımdaydı, salıncak yerindeydi. Her şey yıllar önce bıraktığım gibiydi. Renkler gelsin geriye, canlansın hatıralarım.

 ‘‘Elif, sana çocukluğunu geri veremem. Açılan yaraları kapatamam ama acını hafifletebilirim. Bir zamanlar kaybettiğimiz ne varsa, burada, bu salıncağın altında, o hatıraları yeniden canlandırabiliriz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak belki, ama bazı şeyler, birlikte paylaşıldığında, daha hafif hale gelir. Bunu sana vaat edemem, ama yanında olacağımı, geçmişin yaralarını birlikte saracağımızı söyleyebilirim. Bu sefer gitme Elif, gitme çocukluğumu bir kere daha alma elimden.’’ dedi Ahmet. Ahmet'in sesi, kalbimi saplanmış bir ok gibi derinden vurdu. Bir an her şey donmuş gibi hissettim. O cümle, sadece bir istek değil, kaybolmuş bir zamanın çığlığıydı. Bir hayatın en saf, en masum anlarını geri getirebilme arzusuydu.

‘‘Hepimiz büyüdük, her şey değişti. Hatırımdaki salıncak arkadaşım Ahmet hiç değişmedi ama biliyor musun? Bir yerde biri ismini zikretse aklıma düşüyordun. Çıkıp sana gelme isteği doğuyordu içime. Gelemiyordum bir şeyler tutuyordu beni. Geldim ama her şeye yeniden başlamaya geldim. Uzun zaman oldu her şey aynı olmaz ama çabalarız. Ben burada her şeye yeniden başlayacağım. Sende biliyorum ki her adımım da yanımda olacaksın.’’

Ahmet’in gözlerindeki ifadeyi gördüğümde, söylediklerimin onda nasıl bir yankı uyandırdığını anladım. Zaman, bizi farklı yönlere savurmuş olsa da bu salıncağın altında hâlâ aynı izleri taşıyorduk. Bu, bir son değil, bir başlangıçtı.

‘‘Geç oluyor hava karardı. Salıncağın oradaki ışık hala yanıyorsa sırayla sallanır mıyız? İlk sen, sonra ben. Tamam mı öyle yaparız? Sonra da annem yemeğe çağırıyor.  Evet hep böyle olurdu.’’ Gülümsediğinde her şey eski rengindeydi artık. Geldim Çıkmaz, çocukluğumu sende yeniden yaşamaya geldim. Bir salıncak ile başlayacak her şey... Ama sonunda, içimdeki Elif’in tüm yaraları iyileşmiş olacak.

 

02-01-2025
Berranur Midilli

Berranur Midilli

Türk Dili ve Edebiyatı - Öğrenci

İstanbul’da doğan yazar, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitimine devam etmektedir. Uzun süredir edebiyatla ilgilenmekte, öyküleriyle çeşitli yarışmalara katılmaktadır. Kendini geliştirmeyi ve bu alanda ilerlemeyi hedeflemektedir.

berranurmidilli@gmail.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir