Siyah Aynalar Hapishanesi

Siyah Aynalar Hapishanesi

A+ A-

"Bütün insanlar "orijinal" olarak doğarlar. Ancak bir çoğu; "kopya" olarak ölür." William Lake.

Ne oldu da tanıyamaz olduk geçmişteki kendimizi. Ya da ne oldu kendimize ki şimdilerimiz bizden bütünüyle bağını kopardı. Köklerimiz elimizde çürüyüp kaldı, kibrit suyu değirmeninde. Bu değirmenin çarkını çeviren de sen, ben, biz, hepimiz. Bizler kendi kuyusunu kazan, kendi bindiği dalı kesenleriz. Bizler değil miyiz şimdilerini kaybeden ve insanlıktan son nasibini alan? Bundan inim inim sancı duysa da sesi duyulmayan ve sessiz bir köşede kayıp nesiller doğuran.

Ey kaybolanlar ve insanlığa dönen son virajı kaçıranlar. Biraz gerçeklerden konuşalım. Çünkü anlamamız ve ayırdına varmamız lazım. Çünkü büyük kaybettik. Kendimize giden yolda kendimizden uzaklaşarak, geçmişimizden uzaklaşarak. Şimdi apayrı bir yerde duruyoruz. Tek tipleştirilen karakterlerimiz ve aynılaşan günlerimizle uzlaşarak. Tüm bu saptamalardan sonra kopya hayatlarımızın çıktılarıyla biraz yüzleşelim.

Önceleri dünlerimiz, bugünlerin aynasıydı ve bize fikir verirdi. Birikimlerimiz konuşurdu edimlerimizde. Sonra bu aynanın rengi değişti. Siyah oldu. (Black Mirror dizisininden referansla) Aynadaki bu renk değişimi kendimizi görmemizi değil, aynanın içindekilere dikkatimizi vermemize neden oldu. İşte kendimizden uzaklaşmamız ilk olarak böyle başladı. Siyah aynalarla, ekranlarla... Benliğimiz, yaşamımız bu aynanın içinde taratılarak parçalara ayrıldı. Aynalar bize artık kendimiz dışında bir çok fikir veriyor. Bu fikirlere kapılıp gidiyoruz. Sonra bir ara şarj bitiyor, fiş kapatılıyor ve kara aynada o silik yüzümüzü görüyoruz. İşte o an yüzleşebilsek hapsolduğumuz ekranla belki bir değişimi uyandırmış olacağız. Ama hayır, bizler şarj aletiyle yaşama tutunan bitkisel hayatlarımıza soluksuz devam etmeyi seçiyoruz.

Bu siyah aynalar hapishanesinde kim yetmiş yaşından gün alan yedi yaşında bir çocuktur şimdi? Herkesin aynılaştığı bir devirde yedilerimizin kendine has kodlarını da yitirmiş bulunuyoruz. Şimdi hallerimizi bile biz belirlemiyor ve kendimizi kabul göreceğimiz bir form halinde sunarak türlü platformlarda yabancı yayın hayatımıza başlıyoruz. Biz yabancılaşıyoruz; kendimize, anımıza... Değil ki yılların toplamı bir aynılık noktasında birleşsin ve bize kendimiz hakkında bir fikir versin. Aslında dünlerimin bana kendim adına fikir vermesini isterdim. Önümü görebilmemi sağlayacak bu organik referans beni bir çok noktada kendimden emin kılabilirdi. Ama şimdi o kadar çok müdahaleden geçiyor ki hayatlarımız bizi kendimizden ancak başkalarının onayı emin kılabilir oldu. Ne komik. Ama gel görelim ki gerçekler bu. Yaptık bunu kendimize.

Nasıl biri olacağımızı gösteren çocukluğumuzdaki davranışlar, nasıl biri olmamız gerektiğini söyleyen kalıplar karşısında kırıldı ve bizler sistemin ürettiği ‘ideal’ insan kavramını çoktan hayatımıza geçirdik. Kendimiz olma yolundaki doğal süreçleri bir sıçrama rampasıyla atlayarak hazır bir halde önümüze sunulan ideal insan tiplemesini ruhumuza yedirmeye çalıştık. Bunu kabul gördük, Bunu görmek istedik ve bunu oturttuk karakter koltuklarına. Ruhlarımız bir türlü sığamasa da o kalıplara, oturmadan kalkmaya da yeltense bastırdık omuzlarından ve sığdırmaya çalıştık ait hissetmedikleri yere. Çünkü burada yer edinemezse, tek tipleşen camia içerisinde aykırılığıyla başı sivrilecek ve o baş, linçlerle törpülüne törpülene zaten aynı standarda indirilecek. Bu onaylanma ve kabul görme zaafiyetiyle böyle korktuk farklı olmaktan ve kendimiz olma farkındalığından böyle uzaklaştırıldık. Bunu kendimize biz yaptık ve bize yapılmasına da izin verdik. Bu durumun faili de mağduru da biz olduğumuzdan suçu da bir günah keçisinin üzerine atıp arınamıyoruz.  Çünkü sağa, sola veya içimize ne yana baksak bir günah keçisi. Bu sürü de bu aynılıkta bu tek tipleşen camia da bizler değil annemizi kendimizi bile bulamıyoruz. Sadece tüketen, klişeleri besleyen, duygularından arındırılmış yığınlar olabiliyoruz.

Halimizden memnunuz aslında. İnsanın en büyük korkusundan, yalnızlıktan kurtulduk. Her nasıl olsak da, karakterimiz olsa da olmasa da bir profilimiz var. Takip edenimiz, beğenenimiz var. İnsanın kendi kendine kalıp yüzleşeceği gerçekleri kim, neden göze alsın paylaşımlarına verilen tepkilerin düşünsel illüzyonları karşısında. Tepkilerin değişmezliğine baktığımızda herkesin aynı düşündüğünü ve bu tepkiler doğrultusunda aynı şeye dönüştüğümüzü okumak zor değil. Bu çıkarım da başta olmasını istediğimiz şeyi gerçekleştiriyor aslında. Dünler, bugünün aynası Ve gösterdikleri hep aynı, herkesin aynı. Baksak herkes mutlu, hayatından ve bunu sunmaktan memnun. Aynaya bir darbe gelse ve bin parçaya da ayrılsa yine her parçanın bir alıcısı bulunuyor.

Ben her gün yüzümde bin parçalık bir yapbozla dolaşıyorum ve bunları kitle iletişim mezatlarında yok pahasına okutuyorum. Bizler bin bir türlü halimizin al-satçıları, bizler hep aynı sarı yüz ve kel kafaların duygu oynatıcıları bizler kimi aldatıyoruz durum pazarlarımızda? Anca kendimizi avutuyoruz. Ve bu avuntuyla oyalanıyoruz zamanın avlusunda.

Şimdi bana profilini göster.

Ve sana kim olmadığını söyleyeyim.

Ya da aynısını bana sorsalar, şunu söyleyebilirim:

Bir şifreyi unutmam yeter, kim olduğumu kaybetmek için.

 

 

13-12-2024
Ayşe Karaca Aydın

Ayşe Karaca Aydın

Senaryo Yazarı

Yirmili yaşlarımdayım. Hayal ürünleri üretiyorum. Kurmaca evrenler kurduğum yazıların içinde mutlu mesut yaşıyorum. Bazen de anlar donduruyorum hayatın içinden, renkli veya renksiz. Ama hayat da bilmediğim bir şehir. Bu şehrin sokakları nereye çıkar onu da bilmiyorum. Ama sanata inanıyorum. Ve kaybolmayı seçiyorum.

yazarayseay@gmail.com

yazarrayse